4 Ocak 2015 Pazar

CENGİZ DUMAN SÜLEYMAN KISSASINA DAİR 2


Süleyman Kıssası Üretim ve İstihdam Anlatımlarının Tarihselliği Üzerine
13/08/2011 - 22:24

Cengiz Duman
Giriş:
Kur’an-ı Kerim’in, Süleyman kıssasında dikkat çeken olgulardan birisi de Cin’lerin, Hz. Süleyman’a imal ettikleri kazanlar/leğenler, heykeller ve kalelerle ilgili üretim/imalat ve buralardaki işçilik/istihdama dair anlatımlardır. Bunun yanı sıra, genelde Tevrat’ta açıklanan bina yapımları ve buralarda istihdam edilenlerle ilgili açıklamalar, Hz. Süleyman medeniyetinin iktisadi ve sosyal yanlarını da gündeme getirmektedir.
Süleyman kıssası ile ilgili hiçbir şey bilmeyen, yani sıfır bilgi konumunda biri için, Cin’lerin, Hz. Süleyman için imal ettikleri kazanları nasıl anlamak gerekmektedir? Ya da Bu ayetleri veya meallerini okuyanlar açısından kazan/leğen ve diğer materyallere dair imalat ve istihdam anlatımları neyi ifade edecektir?
Allah’ın, vahiy aracılığıyla hitabettiği insandaki düşünme merkezi olan “akıl” bu anlatımları aldığında nasıl bir işlem yapacaktır? ‘’Tamam, Allah bunları anlatmış bu yeterli’’ mi diyecek, yoksa birikimleri üzerinden bu olayı kavramaya mı çalışacaktır?
Mesela Kur’an’ın ilk defa nazil olmaya başladığı Mekke toplumu içerisinde olan muhataplar, mezkûr ayet nazil olduğunda ne düşündüler? Ya da şöyle düşünelim, Kur’an’ın ilk nazil olduğu Mekke toplumu bireylerine; kazan/leğen ve diğer imalat ile alakalı ifadeler neyi anlatmayı amaçlamaktadır.
Kur’an’ın ilk hitabettiği Mekke cahiliye toplumu bireyleri, bu ayeti duyduğunda Hz. Süleyman’la ilgili rivayet kültürü bilgilerine binaen; Hz. Süleyman, yani bizim! yaz ticaret seferlerini1 tertip ettiğimiz Kuzey Arabistan’ın şehirlerinden Kudüs’teki yıkık tapınak/Süleyman Mabedinin yapımcısı Kral’a! Onun emrindeki Cinler, koca koca kazanlar, havuz büyüklüğünde leğenler imal etmişler diye düşüneceklerdir.
Bundan ne sonuç çıkaracaklar? Şunu çıkaracaklar/çıkarmışlardır; Hz. Muhammed(s.a.v)’in peygamber ve yönetici diye bahsettiği, kendisinin de onunla aynı peygamberlik inancı çizgisinden geldiğini iddia ettiği bu Kral (Süleyman) ne büyük servete sahipmiş. Bitti. Bu kadar. Belki devamında Süleyman-Belkıs endeksli efsanevi aşk hikâyeleri akıllarına gelecektir/gelmiştir.
Hal böyle olunca Cenabı Hakk’ın, bu kıssayı vazediş amacı ve bu kıssa ile vermek istediği tevhidi mesaj Müşrik Araplarca doğru algılanabilmiş midir?
Eğer mezkûr ayet; Mekke’de bulunan veya Medine’ye hicret’ten sonra tebliğ edilen toplum bireylerinden, bir Yahudi veya Hıristiyan’a duyurulmuş ise, onlar bu ayeti nasıl anlayacaklardır?
Eğer bu ayeti duyan kişiler veya topluluklar Yahudi veya Hıristiyanlar iseler; onların ortak kitapları olan Tevrat vasıtasıyla edindikleri bilgiler eşliğinde bu anlatılanları algılamaya başlayacaklardır. Aksi düşünülebilir mi? Yani tüm bilgi birikimlerini –Tevrat ve İncil ve diğer kaynaklı bilgilerini- sıfırlayarak mezkûr Kur’an ayetini veya diğer ayetleri anlamaya çalışmayacaklardır. Böyle bir olgu mümkün değil, üstelik Kur’an’da bunu istemezken.
Şu ayetlere bir bakalım: “Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf ede geldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.”2 “(Resülüm!) Eğer sana indirdiğimizden (bu anlattığımız olaylardan) kuşkuda isen, senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!”3 “Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor.”4 Bu ayetler nezdinde şunu tespit etmemiz mümkündür. Demek ki Kur’an, Tevrat ve İncil’de olanlardan bahsetmektedir. Demek ki, Kur’an ayetlerini duyanlar, bu ayetler ile ihtilaf ettikleri Tevrat endeksli meseleler arasında kıyas yaparak gerçeği ortaya koyana, yani Kur’an’a itibar edeceklerdir/etmelidirler.
halde Cenabı Hakk tarafından Yahudi ve Hıristiyanların tüm dini bilgi birikimlerinin sıfırlanması ya da bunların reddedilmesi istenmemektedir. Yeni gelen temsilcinin (peygamber) getirdiği vahyin (Kur’an), anlattıkları muvacehesinde, eskisinin (ellerindeki Tevrat ve İncil’i) muharref yanlarındaki tashihatı dikkate alacak şekilde “akletmeleri” gerekecektir.
Şayet Kur’an’ın anlattıkları ile eskilerin(Tevrat ve İncil) anlattıkları kesişiyorsa, o zaman bu iki anlatımın, Kur’an perspektifinde örtüştürülmesi gerekmektedir. Tıpkı bu yazımızda yapmaya çalıştığımız; Süleyman kıssasındaki kazan/leğen endeksli imalat ve istihdamı ile ilgili anlatımlarla, Tevrat’ta beyan edilen benzeri anlatımları örtüştürdüğümüz gibi.
Bu metodu neden uygulamamız gerekmektedir? Çünkü Kur’an, kendinden evvel nazil olan Tevrat ve İncil anlatımlarını tümden reddetmemektedir. Kur’an-ı Kerim ayetleri içerisinde Kur’an geldi, Tevrat ve İncil’in her anlatımı kadük oldu, dolayısıyla bunları kaldırın atın! diye bir ayet veya ayetler bulunmamaktadır.
Ama Kur’an’da;  "Biz sana da kendinden önce gelmiş olan kitapları doğrulamak ve böylece onları koruma altına almak üzere, gerçeği bildiren kitabı indirdik. "5 "Sana kendinden öncekileri doğrulayan Kitap’ı hak ile indirdi. İnsanlara yol göstermek üzere daha önce de Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti."6 gibi ayetler ile Tevrat ve İncil tasdik edilmektedir.
Tevrat kitaplarında Hz. Süleyman’ın inşa faaliyeti:
Tevrat’ın Süleyman kısası, Kur’an’ın Süleyman kıssasına nazaran oldukça uzun ve detaylı tarihsel anlatımlar içermektedir. Otuz dokuz ayrı kitaptan oluşan Tevrat’taki Süleyman kıssası, iki ayrı kitapta tam anlamıyla kronolojik, biyografik, coğrafik tüm öğelerin eşliğinde tam bir tarihsel içerikle beyan edilmektedir7
Kur’an ile Tevrat arasındaki niteliksel fark da budur. Yani Kur’an, Tevrat gibi bir tarihsellik barındırmamaktadır. Buna nazaran Kur’an, kıssayı mücmel/kısa/özet olarak anlatmaktadır. Burada şu önemli soruyu sormak zorundayız, Kur’an kıssalarında neden böyle bir metod izlemektedir?
Çünkü Kur’an, Tevrat’ın oluşturduğu kültürel alt yapı üzerine nazil olmuştur. Bu ne demektir? Kur’an, Tevrat ve İncil’in muharref hale düşmesi ile onlardaki hidayet edici vasfı tekrar inşa etmek için inzal olunmuştur.
Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın muharreflik olgusunu şu ayetlerle beyan eder: "Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor."8 "Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi.."9
Dolayısıyla Kur’an Tevrat ve İncil’i tamamıyla reddetmemektedir. Bilakis tasdik etmektedir. Neresini veya nasıl tasdik etmektedir? Konumuz olması hasebiyle Süleyman kıssasından örnek verirsek; Süleyman kıssasının vakiliğini/yaşandığını, Hz. Süleyman’ın hâkimiyetini, kurduğu medeniyetin eserlerini ve benzeri diğer konuları Kur’an kıssalarında anlatarak.
Şimdi burada şöyle bir soru akla gelebilir; biz, Tevrat’ta anlatılan muharref kıssalar ile Kur’an’ın tahrif ve tasdik olgusu arasındaki farkı nasıl ayırt edeceğiz?
Şayet, Tevrat’taki anlatımlar, Kur’an anlatımları ile çelişmiyorsa; anlatılanlar, Kur’an’ın “tasdik” olgusu alanında; eğer tevhidi açıdan farklı anlatımlar varsa,” tashih/düzeltme’’ olgusu alanında olduğunu kabul ederek.
Peki, o zaman Kur’an-ı Kerim, neyi-nasıl tashih etmektedir? Tevrat kitaplarında yer alan tevhide aykırı anlatımları revize ederek. Mesela, Süleyman(a.s)’ın sadece Kral10 değil aynı zamanda peygamber de olduğunu, onun başka ilahlara tapmadığını, servet değil tevhid bazlı bir medeniyet kurduğunu ve bu amaçla faaliyetler gösterdiğini beyan ederek.
Bu kadar açıklamadan sonra Süleyman kıssası kazan/leğen ve diğer imalat malzemeleri ifadeleri üzerine izahlara geçelim. Tevrat’taki Süleyman(a.s) kıssasında Kral olan Süleyman’ın öncelikle eşsiz bir eser olan Süleyman Mabedini11 inşa ettiğini gözlemlemekteyiz. Bundan sonraki onun ayarındaki diğer eseri ise “Lübnan Ormanı”12 isimli Sarayıdır.
Bunlar Süleyman medeniyetinin en ilginç ve devasa yapılarıdır. Tamamıyla Süleyman hükümdarlığının tevhidi öğelerini yansıtmaktadır. Süleyman Mabedi; Allah ile onun peygamber yolladığı İsrailoğulları toplumu ilişkisini pekiştiren ve daha sonrasında, yıkılmasına rağmen kıyamete kadar insanlığı ilgilendiren/ilgilendirecek olan numune ve kutsal bir yapıdır.
“Lübnan Ormanı” isimli saray binası ise Süleyman krallığının, Tevhidi yapısını diğer toplum yöneticileri nezdinde tebliğine vasıta olan numune bir yapıdır.
Yani her iki yapıda, Kur’an’daki anlatımlarda bu minvalde yani tevhidi içerikle kıssa edilir. İnşa edenin de, ettiren Cenabı Hakk’ında isteği bu doğrultuda, yani tevhidi yaşam gayesiyledir. Asla gösteriş, israf, zevk amaçlı değildir. Dolayısıyla bundaki ve buna mümasil Kur’an ve Tevrat’ta beyan edilen tefrişat (temsiller/heykeller, kazan/leğenler, vd.) tamamen tevhidi amaçlarla imal ve inşa edilen eserlerdir. Bakınız Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği “Lübnan Ormanı” adlı saray nasıl bir tevhidi işlem görmüş ve Melikeye nasıl tevhidi mesaj vermiştir: “Ona: Köşke/Saray’a gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”13
Hz. Süleyman toplumunda zanaat ve zanaatkârlık:
Tevrat’taki Süleyman kıssasında; Hz. Süleyman’ın tevhid amaçlı inşa ve imar faaliyetleri öncesinde, önemli bir hususun eksikliğini gördüğü anlatılmaktadır. Buna göre Bedevi/göçebe esaslı bir toplum olan İsrailoğullarında zanaat14 ve zanaatkâr15 eksikliği vardır.
Binaenaleyh ziraat/tarım ve hayvancılık endeksli bedevi bir toplum olan İsrailoğullarının, zanaat/sanat veya zanaatkarlık/sanatkarlıkla ilgili yapısal eksikliğini gören Hz. Süleyman, buna dair Tevrat’ta anlatılan şu ön tedbirleri alır: “Kral Süleyman haber gönderip Sur'dan Hiram'ı getirtti… Hiram tunç işlemede bilgili, deneyimli, usta biriydi. Gelip Kral Süleyman'ın bütün işlerini yaptı.”16
Hz. Süleyman’ın usta veya kalifiye elemanlar/zanaatkârlar için geliştirdiği sistemi anlatan 2. Tarihler kitabındaki, Sur Kralı Hiram’dan isteğine dair şu ifadelere bir bakınız; “"Bana bir adam gönder; Yahuda ve Yeruşalim'de babam Davut'un yetiştirdiği ustalarımla çalışsın. Altın, gümüş, tunç ve demiri işlemede; mor, kırmızı, lacivert kumaş dokumada, oymacılıkta usta olsun.”17Hiram’ın, Hz. Süleyman’a cevabı ise şöyledir: "Sana Huram-Avi adında usta ve akıllı birini gönderiyorum. Anası Danlı, babası Surlu'dur. Altın, gümüş, tunç, demir, taş ve tahta işlemekte; ince keten, mor, lacivert ve kırmızı kumaş dokumakta ustadır. Her türlü oymacılıkta usta olduğu gibi her tasarımı uygulayabilecek yetenektedir. Ustalarınla ve babanın, efendim Davut'un yetiştirdiği ustalarla çalışacak.”18
Buraya kadar Tevrat’tan alıntıladığımız bu ifadelerin Kur’an’daki karşılığı ya da Kur’an’ın, Tevrat’taki bu ifadeleri tasdiki anlatımları hangi ayettedir bir de ona bakalım. “Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.”19“Şeytanlar arasından da, onun için dalgıçlık eden (ve inciler çıkaran) ve bundan başka işler görenler vardı. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.”20
Süleyman aleyhisselam’ın dışarıdan ustalar getirttirip muhteşem eserler inşa ve imal ettirmesi bu konumu tam anlamıyla bilmeyen veya istismar etmek isteyenlerce nasıl karşılanmış olabilir? İşte bu olgunun cevabı ya Süleyman’ın getirdiği ustalar ve işçileri olağanüstü varlıklar olarak tanımlayarak; mesela bizdeki zeki insanlar için kullanılan “cin gibi biri” veya tekin olmayan insanlar için kullanılan “şeytan’ın teki” deyiminde olduğu gibi bu gelenlere olağanüstülük atfederek “cinler” veya “Şeytanlar” ya da Süleyman’ın kendisine olağanüstülük atfederek, mesela; “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı.” ayetindeki büyü ve sihir iftirası gibi.
Hz. Süleyman’ın istihdamının niteliği:
Kur’an-ı Kerim’in Sebe ve Enbiya surelerinde yer alan bu ayetlerdeki “…Cinler…”21 “…Şeytanlar…”22 kelime veya kavramı; tam anlamıyla Hz. Süleyman’ın medeniyetinde ustalık veya kalifiye işçilik yapan Sur Kralı Hiram’ın zanaatkâr adamları/halkını mücmel olarak tasvir ve tarif etmektedir kanaatindeyiz.
O halde şu soruyu somak gerekmektedir. Kur’an, neden açıkça Tevrat’taki gibi detaylı bir anlatımlar –Hiram, ustalar, işçiler, vb- vermeyerek, böyle “…Cinler ...yapıyorlardı…” “…Şeytanlar arasından da dalgıçlık eden ve bundan başka işler görenler vardı.” gibi gizemli! algılanan veya yorumlanan ifadeleri kullanmaktadır?
Bizce bunun birinci sebebi, Kur’an’ın, Tevrat’ı ve Tevrat’taki Süleyman kıssasındaki mezkûr anlatımları tasdik etmesinden ileri gelmektedir. Bu nasıl tasdik oluyor? Şöyle; Kur’an konteksi itibariyle kendinden evvel inen Tevrat’ın kıssa anlatımları üzerine indiği ve Tevrat’ı tümden iptal etmediği için onlardaki anlatımlara atıf yapmaktadır.
Kur’an’ın bu mücmel/kısa atıfları; Tevrat’taki soğuk! tarihsellik içeren anlatımları aynen tekrar etmekten ziyade belagat ve icazatla konuyu mücmel/kısa/özet olarak sıcak bir yaklaşımla ifade etmeyi tercih etmiştir/etmektir.
Bu yüzden, Hiram’ın veya beyan edilmeyen diğer ülke halklarından usta ve işçiler ve ayrıca angaryacılar23/köleler topluluğu; Kur’an’daki kıssada “Cinler” ve “Şeytanlar” olarak tasvir ve tarif edilerek, Kur’an’ın kıssa muhtevası, zaten Tevrat’ta var olan tarihselliğe dair benzer açıklamalarla doldurulmamıştır.
Dolayısıyla Kur’an, Süleyman kıssasındaki İsrailoğulları harici işgücü veya diğer sistematik yapıyı(mesela kölelik) “Cin”, “yabancı” kelime/kavramı içerisinde beyan ederek, Tevrat’taki kuru tarihsel anlatımı aynen tekrar etmemektedir. Müthiş bir belagat ve icazat!…
İkinci olarak dışarıdan gelen Sur’lu sanatkar ustalar ve diğer dalgıçlık gibi dışarıdan olağanüstü görülebilen işler yapanlara İsrailoğullarınca verilen  “Cin” ve  “Şeytan” gibi mecazi ifadeleri aynen kullanmak suretiyle. Bu hususta M. Esed’in çok güzel bir yorumu bulunmaktadır. “Burada da, Hz. Süleyman'la ilgili başka bölümlerde de, Kur’an, o'nun ismiyle bitişen ve gerek Yahudi-Hıristiyan kültürünün, gerekse İslam öncesi Arap halk kültürünün ayrılmaz parçası halinde yaşayan muhtelif şiirsel menkıbelere atıfta bulunmaktadır. Kur’an'da yer alan bu bahislerin “rasyonel” bir tarzda yorumlanması, kuşkusuz mümkündür; ama, böyle bir çaba bizce pek de gerekli değil. Çünkü bu menkıbeler, Kur’an'ın ilk defa hitab etmek durumunda olduğu toplumun hayal gücüyle öylesine derinden yoğrulmuştu ki, Hz. Süleyman'ın olağanüstü gücünden ve hikmetinden söz eden bu efsanevî hikâyeler zaman içinde başlıbaşına kültürel bir gerçeklik, bir ifade ve üslup özelliği kazanmış ve bunun için de, Kur’an'da verilmek istenen belli ahlakî gerçeklerin temsîlî olarak yansıtılması için başvurulabilecek son derece uygun ifade araçları ya da ifade birimleri haline gelmişlerdir. “24
Dolayısıyla biz birinci seçeneği tercih ederek; Neml ve Sebe sürelerinde geçen “Cinler” ve  “Şeytanlar” ifadelerini Tevrat kapsamında anlatılan yabancı iş gücü ve köleleri içerisine alan “yabancılar/bilinmeyen insanlar/İsrailoğulları harici insanlar” manasına hamlettik. Bu hususta aynı yaklaşım sahibi bazı müfessirlerin görüşlerini aşağıda zikredeceğiz.
Kur’an’daki Süleyman kıssasının; “Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık.”25 Ve “Biz onları gözetim altında tutuyorduk.”26 ayetlerini, sanki hâşâ Allah, bu çalışanların başında onları çalıştıran, denetleyen ve ceza veren olarak algılayanlar bulunmaktadır. Oysa mezkûr ayetleri, Süleyman’a, Allah’ın verdiği güç nimetleri olarak algılamak daha doğrusudur. Şayet Cenabı Hakk, Sur kralı Hiram’ın kalbini, Süleyman’a karşı mutmain kılmamış olsa Hz. Süleyman çalıştıracak usta ve kalifiye elemanları nasıl ve nereden bulacaktı. Eğer ona(Süleyman) yönetim ve organizasyon gücü vermemiş olsa bu kadar devasa iş ve istihdamı nasıl gerçekleştirecekti. Hz. Süleyman’a yaptığı işlere ait imalat için erimiş bakır kaynağını ihsan etmemiş olsa neyle imalat gerçekleştirecekti?
Dolayısıyla mezkûr ayetleri bu bazda anlamak gerekmektedir. Nitekim Süleyman(a.s)’ın, yönetim gücünü ve Allah’ın ona ihsan ettiği nimetler ekseninde aynı desteği bulamayan Süleyman’ın oğlu Rehavam27 devlet yönetimini babası Süleyman(a.s) gibi becerememiş, bir müddet sonra ülke İsrail ve Yahuda olarak iki kısma bölünmüştür.
Sebe ve Enbiya suresindeki ayetler, Süleyman’ın eseri gibi gözüken tüm olguların Cenabı Hakk’ın müsaadesi ile gerçekleştiğini, Süleyman’ın aracı olduğunu ihsas ederek; Hz. Süleyman’ı tek güç sahibi/gücün kaynağı gibi algılayanlara, onun üzerinde olan ve yaptığı işlerde Allah’ın desteği ve müsaadesinin olduğunun mesajını vermektedir.
Şimdi konumuza dönerek; Süleyman(a.s)’a Kazan/leğen ve diğer usta işi eserleri yapan ve organize edenler kimlermiş anlamaya çalışalım. Saydam28 veya insanlarca görülemeyen “Cin”ler mi? Yoksa Kur’an’ın, Medine Arap toplumu Ehl-i kitap müntesiplerince bilinen, Tevrat’ın Süleyman kıssasında anlatılan Sur Kralı Hiram’ın usta ve işçileri mi?
Kur’an-ı Kerim, hitabettiği dilin anlaşılır olduğunu beyan etmektedir. “Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır.”29 “Apaçık Kitab'a andolsun ki, Biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur'an kıldık.”30 “Bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır.”31
Bu örneklerimiz nezdinde tekrar sorarsak; Kur’an-ı Kerim, Sebe ve Enbiya suresi, Süleyman kıssası ayetlerinde “Cinler” ve “Şeytanlar” ifadlerini kullanırken; Arapça dil unsuru bir kelime/kavram karşılığı ve Ehl-i kitap müntesiplerince bilinen, Tevrat’taki Süleyman(a.s)’a ait olan köleler de dâhil olmak üzere, Sur Kralı Hiram’ın tebaası zanaatkâr/usta ve kalifiye işçileri mi, yoksa insanlar tarafından görülemeyen varlıkları ihtiva eden insan karşıtı “Cin” yaratıklarını mı kastetmektedir?
Süleyman Ateş bu konuda şu tespitlerde bulunmaktadır: “Sebe suresi 12. ayetlerinde bildirilen bu zincirlere vurulan latif cisimlerden ibaret olan Cinler midir? Kesin olmamakla beraber biz, Süleyman’a hizmet eden Cin’lerle, ona esir düşüp zincirlere vurularak çalıştırılan milletlerin kastedildiği kanısındayız. Çünkü Latif cisimler olan şeytanların, zincirlere vurulup çalıştırılmışlardı. Demek ki Süleyman’da esirlerin ayaklarına zincir vurdurup onları emrinde yapıcılık, demircilik, dalgıçlık gibi işlerde çalıştırmıştır. Tevrat’taki Süleyman kitabında özellikle Lübnan’lı çok esirin Süleyman’ın emrinde çalışıp Mabedi yaptığı anlatılır.”32 Yine Ateş, Sebe süresi tefsiri sonundaki “Sebe süresnde getirilen başlıca prensipler” başlığı altında şu tespiti yapmaktadır. “Süleyman’ın emri altında çalışan, ona kocaman kazanlar, ulu mabedler yapan cinlerin, Süleyman’ın egemenliğine giren Filistinli kabileler olduğu anlaşılmaktadır. Olayı ayrıntılı olarak anlatan Tevrat’tan da böyle anlaşılmaktadır.”33
Muhammed El Behiy ise şu tespitlerde bulunmaktadır: “Süleyman(a.s)’ın önünde, Allah’ın izniyle çalışan Cinler, vasıfsız işçiler topluluğu idi. Bundan dolayı tanınmayan tecrübesiz kişilerdi… “Gerçekten Süleyman(a.s)’ın mülkünde işler çok yönlüydü. Adı geçen Cin’ler topluluğu kaba işlerde, kale, abide ve depo yapımında çalışıyor; Şeytanlar topluluğu denizlerde çalışıyordu. Bunların dışındakiler ince işlerden olan heykeltıraşlık yapıyordu.”34
Süleyman Ateş’in Sur Kralı Hiram’ın Hz. Süleyman’a anlaşmalı olarak verdiği Lübnan/Sur’lu usta ve diğer vasıflı vasıfsız çalışanları köleler olarak tavsif etmesi isabetli bir yaklaşım değildir. Tevrat’ta, Hiram’ın verdiği usta ve işçilerin, mal karşılığı olarak çalıştırılmak için alındıklarına dair şöyle bir ifade bulunmaktadır. "Süleyman her yıl Hiram'a Sarayının yiyecek gereksinimi olarak yirmi bin ölçek buğday, yirmi kor saf zeytinyağı verirdi… Süleyman'la Hiram arasında barış vardı. Aralarında bir antlaşma yaptılar."35
Dolayısıyla Sur’lular, köle değil anlaşmalı elemanlar olarak vasfedilmelidir. Ancak Süleyman hâkimiyetindeki ülkede, İsrailoğulları harici insanlar topluluğu İsrailoğullarına “yabancılar” oldukları için Kur’an bunları belirtmek için “Cinler” ve “Şeytanlar” kelime/kavramı içerisinde tavsif etmektedir kanaatindeyiz. Nitekim Ateş’in, ikinci tespiti olan; “…Süleyman’ın egemenliğine giren Filistinli kabileler olduğu anlaşılmaktadır…” İfadesi Sur’lular haricinde köle olanların tanımlanması açısından doğru tespittir. Bunlar da “Cinler” kavramı içerisine girerler.
Kur’an’daki “Cinler” ve “Şeytanlar” kelime ve kavramları; Tevrat’taki, köleler ve Sur’luları içerisine alan anlatımların tam karşılığı olarak algılanmalıdır. Kur’an, Tevrat gibi detaylara dalmadan belagat ve icazat dolu bir mücmellikle Süleyman hâkimiyetindeki sosyal ve iktisadi oluşumu dolayısıyla demografik yapıyı beyan etmektedir.
Muhammed El Behiy’in, Süleyman’ın emrindeki Cin’leri sırf “tanınmayan tecrübesiz (…) vasıfsız işçiler…” topluluğu nitelemesi isabetli değildir. Çünkü vasıfsız olarak iddia ettiği bu çalışanlara dair elinde somut (dini ve tarihsel) veri yoktur. Oysa biz, bu konuda Tevrat kitaplarındaki anlatımları, tarihsel ve dini deliller olarak sunmaktayız.
Behiy’in, vasıfsız işçiler olarak tanımladığı “Cin”lerle; Süleyman’ın emrindeki Sur’lu çalışanlar harici Tevrat’ın “angaryacılar” olarak tavsif ettiği köleleri kastettiği gibi uzlaşmacı bir tavır izleyerek Muhammed El Behiy’in, Süleyman’ın emrindeki “Cin”ler ile ilgili tanımının eksik yapıldığını ileri sürebiliriz.
Muhammed Esed, Sebe ve Enbiya surelerinde geçen Cinler” ve  “Şeytanlar” ifadeleri ile ilgili olarak kanaatlerini şöyle belirtmektedir: “Cinn'i “görünmeyen varlıklar” olarak çevirmem konusunda bkz. Ek III.”36 “Bu özel anlam örgüsü içinde Şeyâtîn (lafzen, “Şeytanlar”) terimi için benimsediğimiz karşılık (“baş eğmeyen güçler”), Şeytan teriminin “baş eğmeyen”, “aşırı derecede kibirli/dik başlı” ya da “küstah” anlamına gelen deyimsel kullanımına dayanmaktadır (karş. Lane IV, 1552). Buradan yola çıkılarak, ayetin baş eğdirilip köleleştirilen düşman güçlere yahut Hz. Süleyman'ın denetim altına alıp yararlandığı tabiat güçlerine işaret ettiği söylenebilir”37
Günümüz akademisyenlerinden Mustafa Öztürk, yaptığı Kur’an meali çalışmasında ilgili ayeti şöyle meallendirmektedir: “Kimi Cinler de (Asi ve Yabancı kavimlere mensup insanlar) Rabbinin izniyle onun emri altında çalışıyordu.”38
Dolayısıyla Süleyman ve emrindeki “Cinler” ve “Şeytanlar” bağlamını, Sur’lu çalışanlar ve kölelerin tümü kapsamında ve İsrailoğulları harici “yabancı” insanlar topluluğu olarak değerlendirmek doğru bir tarz olacaktır.
Tevrat’a göre Süleyman’ın emrindeki ya da hâkimiyeti altındaki köleler, Sur’lu usta ve işçilere dayalı istihdam organizasyonu şöyle gerçekleşmektedir: “Sırayla her ay on binini Lübnan'a gönderiyordu. Bir ay Lübnan'da, iki ay evlerinde kalıyorlardı. Angaryasına çalışan adamların başında Adoniram vardı. Süleyman'ın yük taşıyan yetmiş bin, dağlarda taş kesen seksen bin adamı vardı. Ayrıca, işin yürümesini sağlayan ve işçileri yöneten üç bin üç yüz görevlisi vardı.”39 Süleyman’ın emrindeki “Cin”ler ifadesinin tam karşılığı Tevrat’ın şu ifadesindedir. “Babası Davut'un yaptığı sayımdan sonra, Süleyman da İsrail'de yaşayan bütün yabancılar arasında bir sayım yaptı. Yabancıların sayısı yüz elli üç bin altı yüz kişi olarak belirlendi. Bunlardan yetmiş binine yük taşıma, seksen binine dağlarda taş kesme, üç bin altı yüzüne de işçileri çalıştırma görevi verildi.”40
Bu metindeki Süleyman mülkündeki yabancı istihdamının tespiti için yapılan sayıma ait “…İsrail'de yaşayan bütün yabancılar…” ifadesi tam anlamıyla Kur’an’daki “Cin”ler kelime/kavramının karşılığıdır.
Eğer Süleyman(a.s)’ın emrindeki Cin’ler, insan karşıtı “saydam/Latif41/görülemeyen” yaratıklar ise, neden Hz. Süleyman, onların peygamberi değildir? Dolayısıyla neden Kur’an’ın, Süleyman kıssasında, Hz. Süleyman’ın böyle bir vasfı –cinlerin de peygamberi- olduğunu onlara da tevhidi mesajlar ilettiğine beyan eden bir ayet yoktur?
Allah, insanlara insan bir peygamber gönderirken, başka bir varlık türü olan Cin’lere neden Cin bir peygamber yollamamıştır? Şu ayet bizi bu konuda fehmetmeye sevk etmeli değil mi? “Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.”42 Peygamberler bir beşerdir ve onlar, beşer (insan ) soyundan olanlara Rasul olarak gönderilmişlerdir. Yaratılışı farklı ve insanlar için gayb/görülemeyen varlık âlemine de elçiler olmaları söz konusu olamaz.
Kazan/leğen/çanak imalatı:
Süleyman(a.s)’a, Sur Kralı Hiram’ın yolladığı Sur’lu Zanaatkâr/usta ve kalifiye işçilerin, onun isteğine göre yaptığı kazan/leğen/çanak gibi materyallere dair Tevrat anlatımlarına bir bakalım. “Dökme tunçtan on arşın çapında, beş arşın derinliğinde, çevresi otuz arşın yuvarlak bir havuz yaptırdı. Havuzun dışı boğa kabartmalarıyla kuşatılmıştı. Her arşında onar tane olan bu kabartmalar iki sıra halindeydi ve gövdeyle birlikte dökülmüştü. Havuz üçü kuzeye, üçü batıya, üçü güneye, üçü de doğuya bakan on iki boğa heykeli üzerine oturtulmuştu. Boğaların sağrıları içe dönüktü. Havuzun kalınlığı dört parmaktı; kenarları kâse kenarlarını, zambak çiçeklerini andırıyordu. Üç bin bat su alıyordu. Süleyman yıkama işleri için on kazan yaptırdı. Beşini sunağın güneyine, beşini kuzeyine yerleştirdi. Yakmalık sunuların parçaları bunlarda yıkanırdı. Havuz ise kâhinlerin yıkanması içindi. Süleyman tanıma uygun biçimde yaptırdığı on altın şamdanı tapınağın içine, beşi sağda, beşi solda olmak üzere yerleştirdi. Hiram kaplar, kürekler, leğenler yaptı… On kazan ve ayaklıkları, Havuz ve havuzu taşıyan on iki boğa heykeli, Kaplar, kürekler, büyük çatallar. Huram-Avi'nin Kral Süleyman için Rab'bin Tapınağı'na yaptığı bütün eşyalar parlak tunçtandı.”43
Şimdi tekrar Tevrat’taki bu anlatımların karşılığı olan Süleyman kıssası; kazan/leğen, heykel, kale imal faaliyetlerini anlatan Kur’an ayetine dönelim. Şöyle diyor ayet; “Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.”44
Kur’an’ın, Süleyman kıssasındaki faaliyetleri bildiren Sebe 13. ayetindeki şu tasvir veya tarife dikkat ediniz! “Cinler, Süleyman için dilediği biçimde… havuz gibi çanaklar… yapıyorlardı.”
Bu ayetin Tevrat’taki tam olarak karşılığı detaylı anlatıma da bir bakın! “Dökme tunçtan on arşın çapında, beş arşın derinliğinde, çevresi otuz arşın yuvarlak bir havuz yaptırdı. Havuzun dışı boğa kabartmalarıyla kuşatılmıştı. Her arşında onar tane olan bu kabartmalar iki sıra halindeydi ve gövdeyle birlikte dökülmüştü. Havuz üçü kuzeye, üçü batıya, üçü güneye, üçü de doğuya bakan on iki boğa heykeli üzerine oturtulmuştu. Boğaların sağrıları içe dönüktü. Havuzun kalınlığı dört parmaktı; kenarları kâse kenarlarını, zambak çiçeklerini andırıyordu. Üç bin bat su alıyordu.”
Her iki anlatımı karşılaştırdığınızda Kur’an-ı Kerim’de mücmel olarak anlatılan “… havuz gibi çanaklar…” ifadesi; Tevrat’taki kıssada detaylarıyla anlatılmaktadır. İşte size Kur’an’ın mücmel ayetlerini, Tevrat’ın tarihsel ve ayrıntılı açıklamaları ile mufassallaştırma işlemi!.. İşte size Kur’an’ın, Tevrat’ı tashihi!..
Kur’an’ın Sebe suresinde yer alan Hz. Süleyman’ın emriyle yapılan “..Havuz gibi çanaklarla..” ilgili olarak bir diğer anlatım, Tevrat’ın 1.Krallar kitabında bulunmaktadır. “Hiram dökme tunçtan on arşın çapında, beş arşın derinliğinde, çevresi otuz arşın yuvarlak bir havuz yaptı. Havuz, kenarlarının altındaki iki sıra sukabağı motifiyle birlikte dökülmüştü. Her arşında onar tane olan bu motifler havuzu çepeçevre kuşatıyordu. Havuz üçü kuzeye, üçü batıya, üçü güneye, üçü de doğuya bakan on iki boğa heykeli üzerine oturtulmuştu. Boğaların sağrıları içe dönüktü. Havuzun kalınlığı dört parmaktı; kenarları kâse kenarlarını, zambak çiçeklerini andırıyordu. İki bin bat su alıyordu.”45
Kur’an’da açık olarak beyan edilmeyen; “…havuz gibi çanaklar…”ın yapım sebebi ise Tevrat’ta şöyle açıklanmaktadır.  “Havuz ise kâhinlerin yıkanması içindi.”46 Yani Süleyman mabedinde görev alan din adamları/Kohen/Kâhinlerin Tevrat’taki gusül ve abdest emirlerini yerine getirmesi için yapılmıştır.
Havuzun Süleyman Mabedi avlusu içerisindeki yerleşim yeri ise şöyle açıklanmaktadır: “Havuzu ise tapınağın güneydoğu köşesine yerleştirdi.”47
Devam edelim. Sebe 13. ayeti içerisindeki; “Cinler, Süleyman için dilediği biçimde… sabit kazanlar yapıyorlardı” ifadesinde yer alan sabit kazanlar hakkında ayrıntılı açıklamalar Tevrat’ta şu şekilde yer almaktadır: “Süleyman yıkama işleri için on kazan yaptırdı. Beşini sunağın güneyine, beşini kuzeyine yerleştirdi. Yakmalık sunuların parçaları bunlarda yıkanırdı.”48
Yine Tevrat’ta, Süleyman Mabedi harici Hz. Süleyman’ın “Lübnan Sarayı” isimli sarayının avlusuna ise on adet nitelikli kazanlar yaptırdığı anlatılmaktadır. “Hiram ayrıca on ayaklığın üzerine oturan dörder arşın genişliğinde on tunç kazan yaptı. Her kazan kırk bat su alıyordu.”49
Kur’an’ın, Sebe suresi 13. ayetindeki “Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller… yapıyorlardı.” ifadesinde geçen heykellerin, Tevrat’taki karşılığı ya da ayrıntılı tarihsel açıklaması; 2. Tarihler kitabında yer alan; “…Havuz ve havuzu taşıyan on iki boğa heykeli.” ve 1. Krallar kitabında anlatılan; “…Havuz üçü kuzeye, üçü batıya, üçü güneye, üçü de doğuya bakan on iki boğa heykeli üzerine oturtulmuştu. Boğaların sağrıları içe dönüktü…” gibi anlatımlardır.
Tevrat’taki bu heykel anlatımları yanında süsleme/tezyinat ifade eden anlatımlar da bulunmaktadır. “İki sütun ve iki yuvarlak sütun başlığı, bu başlıkları süsleyen iki örgülü ağ, sütunların yuvarlak başlıklarını süsleyen iki örgülü ağın üzerini ikişer sıra halinde süsleyen dört yüz nar motifi”50 “Havuzun dışı boğa kabartmalarıyla kuşatılmıştı. Her arşında onar tane olan bu kabartmalar iki sıra halindeydi ve gövdeyle birlikte dökülmüştü.”51
Bizim uyguladığımız bu sahih metodolojiyi gerçekleştiremeyen İslam tefsir ve siyer kitaplarındaki, Hz. Süleyman’a, Cin’lerin imal ettiği heykeller/temasiller ile ilgili İsrailiyat ve indî nitelikli türlü absürt! yorumları nasıl karşılayalım? Şimdi Tefsir kitaplarındaki anlatımları inceleyelim.
İslam külliyatındaki konuyla ilgili tefsirler:
Konuyla ilgili Taberi’in yapmış olduğu şu ilginç tefsire bir bakınız: “Cinler, Süleyman'ın istediği gibi saraylar, heykeller, havuzlar kadar büyük çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi, Allah’ın nimetlerine şükretmek için çalışın. Kullarımdan hakkıyla şükreden pek azdır. Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, Hz. Süleyman'ın emrine verilen cinlerin yaptıkları işlerden bir kısmını zikretmektedir. Cinler, Hz. Süleyman için güzel binalar yapıyorlardı. Bu binalar Mücahid'e göre köşk gibi binalardı. Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre, meskenler, Katade'ye göre ise mabedlerdir. Ayrıca cinler, Hz. Süleyman için bakırdan veya topraktan yahut camlardan heykeller yapıyorlardı. Cinler, Hz. Süleyman için havuzlar kadar büyük çanaklar ve yerinden kaldırılamayacak kadar büyük sabit kazanlar yaparlarmış. Bu da Hz. Davud ailesinin ordusunun ve etrafının çok kalabalık olduğunu göstermektedir.”52
Taberi’nin Sebe suresi 13. ayetinin bu tefsirindeki  “…Cinler, Hz. Süleyman için güzel binalar yapıyorlardı. Bu binalar Mücahid'e göre köşk gibi binalardı. Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre, meskenler, Katade'ye göre ise mabedlerdir…” ifadesindeki Mücahid’in “köşk”; Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre, meskenler; Katade'ye göre ise mabedlerdir…” yorumlarının dayanağı nedir, belirsizdir.
Taberi bunlara istinaden tefsir yapmaktadır. Ancak dayanağı olan müfessirler neye göre inşa edilen binalardan söz etmekteler, anlamak mümkün değildir. Kur’an’ın mücmel anlatımın mufassallaştırılmasında bu büyük müfessirlerin bir metodolojisi olmadığı açıkça görülmektedir. Dayanakları belli olmayan rivayetçiler silsilesi ile afaki! addedilebilecek tefsirler yapılmaktadır. Bu yüzden, gaybe dayanan bir takım fikirler ortaya atarak, sanal olarak tefsir problemlerini aşmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Şimdi size Razî’nin, Süleyman’ın emriyle imal edilen materyaller ile ilgili tefsirini vereceğiz. Bakınız Razî’nin tefsirine: "O kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit kazanlardan ne dilerse, ona yaparlardı. Ey Dâvûd hanedanı, siz Allah'a şükretmek için çalışın. Kullarımdan hakkıyla şükreden azdır"(Sebe. 13). Ayetteki mehârîb sözü, yüksek binalara işarettir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı" (Sad, 21) buyurmuştur. Temâsîl üstünde nakış ve süslemeler bulunan şeydir. Cenab-ı Hakk, onların meskenleri olan o binalardan bahsedince, o meskenlerde, yeme içme ile ilgili olan kap-kacaklardan da bahsederek, "büyük havuzlar gibi çanaklar..." buyurmuştur ki, ayetteki, cevap, câbiye kelimesinin çoğulu olup, câbiye de, suyu toplayan ve içinde su toplanan büyük havuz anlamına gelir. Tek bir çanağın etrafında yemek yeme için bin nefsin toplandığı da ileri sürülmüştür. Ayetteki "Sabit sabit kazanlar..." "büyük oldukları için taşınamayan ve o çanakların, içlerine kapatılarak yemeklerin alındığı kazanlar." demektir.”53
Meşhur müfessirlerimizden İmam Razî’nin bu yorumu onun, Tevrat anlatımlarından etkilendiğini izhar etmektedir. Ancak Kur’an’ın mücmel anlatımını mufassallaştırmaya çalışırken metodolojiyi kuramamanın eksikliği görülmektedir.
Açıkça Tevrat’taki anlatımları kullanmayan Razî, ayette geçen kelimelerle sanal materyaller ve kullanımlarına dair yorumlar yapmaktadır. “…Ayetteki mehârîb sözü, yüksek binalara işarettir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı" (Sad, 21) buyurmuştur…” diyerek, hayali binalardan bahsederken en azından Hz.Muhammed(s.a.v)’in bir müddet kıble olarak yöneldiği; İsra ve Miraç hadisesinde uğradığı rivayet edilen Hz.Süleyman’ın çok ünlü ve bilinen Mabedine yani Beytül Mukaddes’e atıf yapma ihtiyacı bile duymamaktadır.
Razî’den bir alıntı daha yapalım: “Mehârîb kelimesi, temasîl kelimesinden önce getirilmiştir. Çünkü nakış ve tezyinatlar, binalarda bulunur. Kazanların pişirme aleti; çanakların, yeme aleti ve pişirme işi ise yemeden önce olmasına rağmen, çanaklar (cifân) kelimesi, "kazanlar" (kudûr) kelimesinden önce zikredilmiştir. Niçin? Cevap: Cenab-ı Hak, hükümdarlara ait o binalardan bahsedince, o evlerde uzanan sofraların büyüklüğünü de beyan etmeyi ve o çanakların büyüklüğüne işaret etmeyi murad etmiştir. Çünkü çanaklar da evlerin içinde bulunur. Ama kazanlara gelince, onlar oranın içinde değildir. Bu sebeple orada olmazlar. İşte bundan dolayı da, "taşınmazlar" anlamında, (ra'siyat) buyurmuştur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, o çanakların büyük olduğunu beyan edince, insanın aklına, içinde yemek pişirilen şeylerin acaba nasıl olduğu düşüncesi gelmiş, bunun üzerine o çanaklara uygun kazanların da bulunduğuna işaret etmiştir. “54
İmam Razî’nin şu ifadesi bizim iddiamızı doğrulamaktadır. “…Cenab-ı Hak, hükümdarlara ait o binalardan bahsedince, o evlerde uzanan sofraların büyüklüğünü de beyan etmeyi ve o çanakların büyüklüğüne işaret etmeyi murad etmiştir…”
Razî, Hz. Süleyman gibi iyi bilinen hükümdara ait meşhur ve çok bilinen mabed için yapılan eşyalar olarak, Sebe 13. ayetindeki anlatılanları yorumlama ihtiyacı bile hissetmemektedir. Buna mukabil çeşitli kelime ve cümlelerle yaptığı manevralarla somut örnek vermeden içtinap ederek; Sebe 13. ayetini tefsir eden Razî’nin55 tek metodu vardır o da ayetteki –Meharib, cevab, cifan, kudur, temâsil gibi- kelime ve kavramların lugat ve etimolojisi üzerinden çeşitli polemiklerle yorum/tefsir yapmak!
Kurtubî’nin tefsiri de bir alem! “Rivayette kaydedildiğine göre o (Süleyman -a.s-) kürsisinin (tahtının) etrafında bin tane mihrab yapılmasını, bunların içinde kıldan yapılmış elbiseler giyinmiş ve her zaman yüce Allah'a feryad u figan edip yalvarıp yakaran bin adam bulunmasını emretmiştir. Kendisi ise tahtı üzerinde kafilesi ile birlikte ve bu mihrablar da etrafında bulunsun istemiş, bineğine bindiği vakit askerlerine de şöyle diyormuş: Şu bayrağın yanına varıncaya kadar Allah'ı teşbih ediniz. Oraya ulaştıklarında şu bayrağın yanına varıncaya kadar Allah'ı tehlil ediniz. Oraya vardıklarında, şu diğer bayrağa varıncaya kadar Allah'ı tekbir ediniz, diyordu. Böylelikle askerler tek bir ağızdan teşbih ve tehlil getiriyorlardı.”56
Şimdi sormak lazım! “…kürsisinin (tahtının) etrafında bin tane mihrab bunların içinde kıldan yapılmış elbiseler giyinmiş ve her zaman yüce Allah'a feryad u figan edip yalvarıp yakaran bin adam bulunmasını emretmiştir.”; diye tefsir yapan Kurtubî’ye; bu eşya ve adam sayılarını yapıp ettiklerini nereden öğrendiniz? Gayb hakkındaki bu bilgiler Kur’an perspektifinden bakıldığında Kur’an’ın “gayb” kavramına aykırı şeylerdir.
İşte ayağı yere basmayan! tefsirlerden örnekler: “Denildiğine göre; bunlar cam, bakır ve mermerden olup canlı olmayan birtakım eşyaların timsalleri idi. Yine belirtildiğine göre, burada sözü geçen heykeller peygamberlere ve alimlere ait suretler idi. İnsanlar bunları görsün, daha çok ibadet etsinler ve bu hususta daha fazla gayret göstersinler diye bu suretler mescidlerde yapılırdı… Denildiğine göre, timsaller onun yaptığı tılsımlar idi. suret yapan her bir kimsenin bunları aşması haram olduğundan o da bunları aşmazdı. Mesela sinekler için yahut sivrisinekler için ya da timsahlar için belli bir yerde birtakım timsaller (heykeller) yapar ve onlara bu sınırı aşmamalarını emrederdi. Onlardan hiçbir kimse o timsal orada bulunduğu sürece bu sınırı aşmazdı. Denildiğine göre bu timsaller bakırdan edinmiş olduğu adam suretleri idi. Rabbinden bunlara Allah yolunda çarpışıp onlara silahın işlememesi için kendilerine ruh üflemesini niyaz etmişti. Denildiğine göre İsfendiyar da bunlardan birisi imiş. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine rivayet edildiğine göre Süleyman (a.s)'a tahtının alt tarafında iki arslan, üst tarafında da iki kartal sureti yapmışlardır. Tahtına çıkmak istedi mi arslanlar önünde ön kollarını yere yayardı. Oturduğu vakit de kartallar kanatlarını açarlardı. ”57
“Denildiğine göre…”, “..rivayet edildiğine…” diye başlayan bu tefsirlerin dayanağı “rivayetçiler” veya “diyenler”, kimlerdir bilinmediği gibi, bunların kaynakları da belirsizdir. Kur’an perspektifinden hareket edildiğinde; “Denildiğine göre…”, “..rivayet edildiğine…” diye nispet edilen kişilere göre verilen gaybi bilgilere nasıl itibar edilecektir?
Kurtubî, Hz. Süleyman ve inşa ettiği Mabed hakkında; “Süleyman(a.s) elli üç yıl yaşadı. Krallık süresi ise kırk yıldır. On üç yaşında iken kral olmuştu. Beytu'l-Makdis'in inşaatına kendisi on yedi yaşında iken rastladı. Es-Süddî ve başkaları da şöyle demişlerdir: Süleyman altmış yedi yıl yaşadı. On yedi yaşında iken kral oldu.” Beytu'l-Makdis'in inşaatına yirmi yaşında iken başladı. Krallık süresi de elli yıl devam etti. Nakledildiğine göre Süleyman (a.s) krallığının dördüncü yılında Beytu'l-Makdis inşaatına başladı. Onun yapımını bitirdikten sonra on iki bin öküz ve yüz yirmi bin koyun kurban etti. İnşaatını bitirdiği günü bayram ilan etti.”58 tefsirini yapmaktadır.
Süleyman Mabedi hakkında böyle tarihsel bilgiler veren Kurtubî; Sebe 13. ayeti tefsirinde Süleyman’ın inşa ettiği bu ünlü Mabed’den hiç bahsetmemekte ve ayette anlatılan malzemeler ile bu bina için lazım olan malzemeler arasında bağlantı kurmamaktadır.
Son bir tefsir örneği daha verelim. Vehbe Zuhayli’nin, Sebe 13. ayet ile ilgili yorumu şöyledir: “Cinler Süleyman'ın dilediği gibi “saraylar..." yüksek binalar, sağlam, yüksek köşkler. Saraylar için savaşılması sebebiyle saraylara "maharîb" adı verilmiştir. Bir başka görüşe göre burada "maharîb'in manası mescidler şeklindedir. "Heykeller" manasındaki "temâsîl" kelimesi timsal kelimesinin çoğuludur. Timsal: Bakır, cam, mermer ve benzeri maddelerden hayvan şeklinde yapılan mücessem her şey, yani heykel manasındadır. Bir başka görüşe göre; tasvir (resim ve heykel) Süleyman aleyhisselâmın şeriatında mubah idi. Sonra bu durum Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.)'in şeriatında neshedildi. "Büyük havuzlar" anlamındaki "cevâb" kelimesi "câbiye" kelimesinin çoğuludur. "Büyük çanaklar" anlamındaki "cifân" kelimesi "cefne" kelimesinin çoğuludur. Cefne bin kişinin etrafında toplanıp yemek yiyecekleri büyüklükte, deve havuzlarına benzeyen büyük çanak demektir. "Kudûrin râsiyâtin": Yerlerinden hareket ettirilemeyen, sabit ayakları olan, Yemen'deki dağlarda kurulan, yanlarına merdivenlerle çıkılan büyük sabit kazanlar, demektir.”59
Anlaşılacağı üzere kelime anlamları üzerinden yapılan tefsirler hiçbir tarihsellik barındırmamaktadır. Tarihsellik barındıran tek yerde ise “..Yemen'deki dağlarda kurulan, yanlarına merdivenlerle çıkılan büyük sabit kazanlar…” ifadesi tamamen gaybe dayanan ve üstelik yanlış bir coğrafik  ifade olmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi Hz. Süleyman’ın emri ile imal edilen kazanlar da dâhil tüm imalat malzemeleri üretimi, Kudüs ya da çevresindeki coğrafyada gerçekleşmiştir. Zuhayli’de, eskilerin! bilgi ve yanlış tefsir metodları üzerinden tefsir yapma uygulamasını devam ettirme gayretindedir.
Meşhur müfessirlerden Taberî, Fahreddin Razî ve Kurtubî’de müşahede ettiğimiz Sebe ve Enbiya süreleri tefsirlerindeki olaylar ve nesnelere kayıtsızlık durumu hayrete şayan bir olgudur.

Sonuç:

Süleyman kıssasının üretim ve istihdam olgusunun kıssa edildiği Sebe ve Enbiya sürelerindeki ”Cinler” ve “Şeytanlar” kelime veya kavramları ve bunlar etrafında anlatılan nesne ve olaylar, tamamen Tevrat’taki detaylı üretim ve istihdam anlatımlarının karşılığıdır. Dolayısıyla mücmel olan Kur’an anlatımlarındaki üretim malzemelerine dair ifadeleri, kaynak vermeden Tevrat kitaplarındaki tarihsel anlatımlar ile mufassallaştıran Müfessirler; iş, Süleyman’ın emrinde çalışan “Cinler” ve “Şeytanlar”a gelince, Tevrat’taki istihdama dair  –Sur’lu ustalar, angaryacılar/köleler- maddi boyuta dair tarihsel anlatımları hazfederek, üretim ve imalatı tamamıyla olağanüstü varlıklara hamletmişlerdir. Müfessirlerin yaptıkları tefsirlerde metodoloji hatası vardır. Dolayısıyla Kur’an kıssalarının mufassallaştırılmasında sahih bir metodoloji geliştiremeyen bu müfessirler neticede, anlaşılamaz veya tezatlarla dolu rivayetler ve yorumlar bırakmışlardır.
Bu yüzden Bakara 102. ayetinde yer alan “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular.” Ayetindeki; Hz. Süleyman karşıtlarının, onun, Allah’ın izniyle gerçekleştirdiği medeniyetini “Cinler”, “Şeytanlar” yardımlarıyla “büyü” “sihir” aracılığıyla meydana getirdiği iftiralarına benzer konuma sokmuşlardır.
Oysa Kur’an, Süleyman’ın bu medeniyete, Allah’ın desteği ile ulaştığını vurgulamaktadır. Hz. Süleyman, bu medeniyeti meydana getiren üretim ve istihdamı, yönetim ve organizasyonu tamamen maddi olgularla gerçekleştirmiştir. Kur’an’ın, Sebe ve Enbiya surelerindeki anlatımlar ile Tevrat’ın I. Krallar ve II. Tarihler kitaplarındaki tarihsel anlatımlar, bunu bize açıkça beyan etmektedir.
Kur’an-ı Kerim,  Tevrat’ta detaylı anlatılan üretim ve istihdam olgusunu ondaki anlatımları tasdik eden ancak mücmel ve yüksek hitabet içeren belagat ve icazatla yaptığından, kullandığı “Cinler”  ve “Şeytanlar” kelime veya kavramları, müfessirlerce yanlış istikamette değerlendirilerek, Süleyman yönetimi olağanüstü vasfa büründürülmüştür.
Mesela rüzgârla ilgili anlatımlar, gemi ticareti ekseninde değil, üzerine binilerek seyahat edilen vasıfta olağanüstülük yapısında tanımlanmıştır.
Üretim ve istihdamla ilgili inşa ve imalat gibi konular da “Cinler ve Şeytanlar” gibi olağanüstü varlıkların eseri olarak algılanarak, tefsir ve siyer kitaplarında okuyucuya sunulmuş, böylece kıssanın vermek istediği mesaj ya sislenmiş ya buharlaştırılmıştır.

Ezcümle bu kıssa ile bize; Allah’a dayanan her üretim ve istihdam’ın onun izniyle zirvelere ulaşabileceği mesajı verilmiştir. Tıpkı Hz. Süleyman’ın ülke üzerinde kurduğu iyi bir yönetim-organizasyon ile izlediği akıllı, iktisadi ve siyasi yapının Allah’ın desteği ve müsaadesiyle büyük sonuçlara ulaşabileceği gibi. Böyle bir sistemin de Tevhidi yaymanın aracı olması gerektiğinin altı da çizilmiş olmaktadır.
Kıssanın bu varyantının ana mesajı; “tavuk yumurtadan mı, yumurta tavuktan mı” özdeyişini ya da “Rus matruşkası “denen bebeğin yapısını hatırlatmaktadır. Tevhide dayanan kişi ve kişiler, tevhide dayanan kişi ve kişilerden oluşan yönetim, tevhidi yönetime dayanan sosyal ve iktisadi sistem, tevhidi iktisadi ve sosyal sisteme dayanan tevhidi tebligat. Eşittir Muvahhid Süleyman ve Tevhidi yönetimi.
Dipnotlar:
1- Cengiz Duman, İslam Dininin Hızlı Yayılmasında Dünya Ticaret Yollarının Etkisi, http://www.kurankissalari.tr.gg/%26%23304%3Bslam-Dininin-H%26%23305%3Bzl%26%23305%3B-Yay%26%23305%3Blmas%26%23305%3Bnda-D.ue.nya-Ticaret-Yollar%26%23305%3Bn%26%23305%3Bn-Etkisi.htm
2- Kur’an/27Neml/76; Kur’an/2Bakara/211.
3- Kur’an/10Yunus/94.
4- Kur’an/17Isra/101; Kur’an/7Araf/157.
5- Kur’an/5Maide/48.
6- Kur’an/3Ali İmran/3-4.
7- Bkz: I.Krallar ve II.Tarihler.
8- Kur’an/2Bakara/75.
9- Kur’an/5Maide/15.
10- “Süleyman da Dâvûd'un oğlu olup babası gibi İsrâiloğullan'na gönderilmiş bir peygamber ve hükümdardır. Yahudi literatüründe daha çok kral olarak tanınmaktadır.” D.İ.B. Kur’an yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. IV, s. 188-189.
11- “O zaman Süleyman şöyle dedi: "Ya Rab, karanlık bulutlarda otururum demiştin. Senin için sonsuza dek yaşayacağın görkemli bir tapınak yaptım." Tevrat/II.Tarihler6/1-2.
12- “Kral Süleyman her biri altı yüz şekel ağırlığında dövme altından iki yüz büyük kalkan yaptırdı. Ayrıca her biri üç mina ağırlığında dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptırdı. Kral bu kalkanları Lübnan Ormanı adındaki saraya koydu… "Tanrı gerçekten yeryüzünde, insanlar arasında yaşar mı? Sen göklere, göklerin enginliğine bile sığmazsın. Benim yaptığım bu tapınak ne ki!” Tevrat/I.Krallar7/16-18.
13- Kur’an/27Neml/44.
14- “Zanaat: Maddi ihtiyaçları karşılamak maksadıyla yapılan, ustalık ve el mahareti gerektiren iş.” D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 1160.
15- “Geçimini belli bir zenaatı icra ederek sağlayan kimse, zanaatçı, sanatkâr.”  D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 1160.
16- Tevrat/I.Krallar7/13-14.
17- Tevrat/II.Tarihler2/7.
18- Tevrat/II.Tarihler2/13-14.
19- Kur’an/34Sebe/12-13.
20- Kur’an/21Enbiya/82.
21- “Cin’ler insanlarca bilinmeyen, görülüp hissedilmeyen yaratıklar olunca bu tabir; melekler hakkında, aynı zamanda meleklerden biri olan İblis hakkında kullanıldığı gibi İblis’in askerleri olan Şeytanlarla, bilinip tanınmayan insanları da içine alır.” Muhammed El Behiy, Kur’ani Kavramlar, s.134.
22- “Süleyman'ın emrindeki “cin” ve “şeytan” olarak isimlendirilen kölelerin insan üstü yaratıklar olduğunu ileri sürenlere karşı, şunları da ifade etmemiz gerekmektedir: 1-"Demir halkalarla bağlı" ifadesi günümüz filmcilerinin tarihi filmlerde köleleri hep boyunları ve ayakları bağlı olarak tipledikleri gibi, boyunları ayakları zincirlerle bağlı "insan" esirleri ifade eder. Yoksa insanüstü varlıkların zincire vurulması gibi garip bir yorum yapmak gerekirdi ki; bu mantıksız bir yorum olurdu. 2-"Dalgıçlık yapan" şeytanlar ifadesi ise inci ve sünger çıkarmak için denizin derinliklerine dalan insanları anlatmaktadır. Dünyanın birçok bölgesinde halen bu tip insanlar vardır ve geçimlerini bu yolla temin etmektedirler. Kur'an'da denizin derinliklerinden çıkarılan inci ve mercan hakkında şu ayeti kerime geçmektedir. "Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar." (Rahman/22) (…) Mantıken bir resulün emrine ŞEYTAN'ın verilmesi Kur'an esprisine uygun düşmez. Çünkü Resul ve Şeytan iki zıt kutuptur, ikisinin yan yana gelmesi Vahy'e gölge düşürür. Dolayısıyla Süleyman(a)'ın emrindeki Şeytanları ele geçirilen esirler olarak algılamak en tutarlı yorumdur.” Cengiz Duman, Süleyman Peygamberi Anlamak -1, Haksöz Dergisi , Sayı. 28, Temmuz 93; http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=433
23- Tevrat anlatımında Angaryacı = köle’dir. “Kral Süleyman RAB'bin Tapınağı'nı, kendi sarayını, Millo'yu ve Yeruşalim'in surlarını yaptırmak; ayrıca Hasor, Megiddo ve Gezer kentlerini onarıp güçlendirmek amacıyla angaryacıları toplamıştı.” Tevrat/I.Krallar9/15; “Saray sorumlusu: Ahişar. Angaryacıların başı: Avda oğlu Adoniram.” Tevrat/I.Krallar4/6.
24- Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, c.II, s.660.
25- Kur’an/34Neml/12.
26- Kur’an/21Enbiya/82.
27- “İhtiyarların öğüdünü reddeden Kral Rehavam, gençlerin öğüdüne uyarak halka sert bir yanıt verdi…. Kral halkı dinlemedi….Rehavam da yalnızca Yahuda kentlerinde yaşayan İsrailliler'e krallık yapmaya başladı. İsrailliler Kral Rehavam'ın gönderdiği angaryacıbaşı Adoram'ı taşa tutup öldürdüler. Bunun üzerine Kral Rehavam savaş arabasına atlayıp Yeruşalim'e kaçtı.” Tevrat/I.Krallar12/13-18.
28- “Cübbaî kendi kendine şu soruyu sorarak şöyle demiştir: "Onların bedenleri,  ağır işleri yapmayacak derecede saydam olduğu ve işleri de ancak vesvese vermek olduğu halde, onlar bu işleri nasıl yapabilirler?" Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVI, s.197.
29- Kur’an/46Ahkaf/12.
30- Kur’an/43Zuhruf/2-3.
31- Kur’an/41Fussilet/3.
32- Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c.VII, s. 473.
33- Süleyman Ateş, A.g.e, c.VII, s. 271.
34- Muhammed El Behiy, Kur’ani Kavramlar, s.145-146.
35- Tevrat/I.Krallar5/11.
36- Muhammed Esed, A.g.e, Meal-Tefsir, c.II, s.873.
37- Muhammed Esed, A.g.e, c.II, s.660.
38- Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, s.588.
39- Tevrat/I.Krallar5/14-16; Tevrat/II.Tarihler2/2.
40- Tevrat/II.Tarihler2/17-18.
41- “Sebe suresi 12. ayetlarinde bildirilen bu zincirlere vurulan latif cisimlerden ibaret olan cinler midir?” Süleyman Ateş, A.g.e, c.VII, s. 473.
42- Kur’an/17Isra/95.
43- Tevrat/II.Tarihler4/2-16.
44- Kur’an/34Sebe/13.
45- Tevrat/I.Krallar7/23-26.
46- Tevrat/II.Tarihler4/6.
47- Tevrat/II.Tarihler4/10.
48- Tevrat/II.Tarihler4/6.
49- Tevrat/I.Krallar7/38.
50- Tevrat/I.Krallar7/41-42.
51- Tevrat/II.Tarihler4/3; Tevrat/I.Krallar7/24.
52- Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, c. IV, s. 538.
53- Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. XVIII, s.328
54- Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c. XVIII, s.328
55- “Kur’an’daki her kelimeden onlarca tartışma konusu üretme becerisiyle tanınan Fahreddin Razî…” Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s. 39.
56- İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XIV, s. 230.
57- İmam Kurtubi, A.g.e, c. XIV, s. 230-231.
58- İmam Kurtubi, A.g.e, c. XIV, s. 238-244.
59- Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c. XI, s. 445-446.


Sebe Melikesi’nin Tahtının Niteliği Üzerine
20/10/2011 - 20:42

Cengiz Duman


Kur’an-ı Kerim’deki, Süleyman ve Belkıs kıssasının ihtilaflı ya da problemli meselelerinden bir tanesi de Sebe Melike’sinin Tahtının mahiyeti ve onun Hz. Süleyman’ın yanına getirilmesi olgusudur.
Kur’an’ı Kerim’de yer alan Süleyman ve Sebe Melikesi arasında geçen kıssaya Hüdhüd’ün, Hz. Süleyman’dan habersiz gerçekleştirdiği bir araştırma devriyesi esnasında elde ettiği bilgilere dair şu ifadelerle başlanmaktadır: “…Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.”1
Hüdhüd’ün, Sebe’den getirdiği bu ilk istihbari bilgi içerisinde “hükümdarlık yapan bir kadın ve onun “büyük tahtı”ndan bahsedilmektedir.  Hüdhüd’ün tasvir ettiği “…lehâ arşun azîm.” “ona ait/onun büyük bir tahtı var” ifadesindeki Taht üzerinde Razî şu yorumu yapmaktadır: “…'Onun bir de büyük bir tahtı var’ cümlesine gelince, burada da bir soru bulunmaktadır: Hüdhüd, Süleyman (a.s)'ın mülkünü görmüş olduğu halde, nasıl olur da Belkîs'ın tahtının çok büyük olduğunu söyleyebilmiştir? Ve yine nasıl olur da, büyüklükle niteleme hususunda, Belkîs'ın tahtını Allah'ın Arşına müsavi tutar?..  Birinciye Cevap: Süleyman (a.s)'ın durumuna nispetle Belkîs'ın durumunu aşağı görüp de, kendisine nisbetle tahtını büyük görmüş olması caiz olabilir. Yine, onca büyüklüğüne ve azametine rağmen, Süleyman (a.s)'ın böyle bir şeyinin olmaması mümkündür. Nitekim kimi emirlerin (prensinin), hükümdarda benzeri bulunmayan şeylere sahip olduğuna tesadüf olunmaktadır. İkinciye de şöyle cevap verilir: Onun tahtını büyüklükle nitelemek, bunu, onun sülalesinden gelen hükümdarların tahtlarına nisbetle yüceltmek ve büyük görmektir...”2
İmam Razî, Sebe Melikesi’nin Taht’ının niteliği hususunda açtığı bu polemikte Melike’nin Tahtı ile ilgili olarak Hüdhüd’ün yaptığı tasvirin iki anlamda olabileceğini belirtirken ikinci şıkta izah ettiği; onun Tahtın büyüklüğünü, Melikenin sülalesinin hükümdarlık (Hanedan) silsilesine nisbet etmesi makul gözükmemektedir.
Bunun ana nedeni, gaybi bir konu olan Sebe Melikesinin geçmişine yönelik bir varsayım üzerinden, onun Taht’ının vasfına dair böyle bir karar vermenin Kur’an perspektifinden doğru olmayacağıdır. Bir diğer sebep ise; Kur’an kıssasında, Taht üzerinden yürüyen siyak-sibak ilişkisinde, Melike’nin Tahtının fiziksel özellikleri üzerine anlatım ve tasvirler bulunmaktadır. ”… büyük bir tahtı olan…”, “…hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”, “Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak. Melike gelince: Senin tahtın da böyle mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o!“3 bu ayetlerden idrak edilebileceği gibi müşahhas bir Taht ve onun fiziksel niteliği üzerine konu gelişmektedir. Dolayısıyla bu ana çizgiyi aşıp Melikenin hanedanını devreye sokarak hele de indî yorumlarda bulunmak ayetteki anlatımın lafzına ters ve gayesine aykırı düşmektedir.
Melike’nin Tahtının, fiziksel yönü üzerinde gelişen kıssadaki olayda, lüzumsuz olarak Tahtın mecazi veya zahiri yorumlarına dalmak/kaymak veya olayı gereksiz bir polemik konusu yapmak; kıssadaki ana mesajı ya örtmekte ya da bu mesajdan başka alanlara kayılmasına neden olmaktadır.
Melike’nin tahtının büyüklüğü ifadesi ile Yüce Allah, onun; sahip veya hâkim olduğu alan içersindeki somut bir olgu üzerinden hem Süleyman’ın(a.s) resullüğüne hem de kendisine dair tevhidi mesajlar vermektedir. Amaç Melikenin Tahtının fiziksel niteliği de değildir. Bu sadece araçtır. Üzerinde durulması gereken olgu tevhide dair hidayet edici mesajlar olmalıdır.
Cenabı Hakk, Melike’ye verdiği bu “azametli Tahtı” ondan alıp nasıl bir başkasına (Süleyman) verebileceğini göstermektedir. Buna kimse de mani olamamaktadır. Tıpkı bir başka surede verilen Sivrisinek örneğinde olduğu gibi.. “Ey insanlar! (Size) bir misalverildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!”4 Yani gerçek güç Allah’tadır. Hz. Süleyman, Allah’ın desteği ile Müşrik olan bir yöneticiye her şekilde galip kılınmaktadır. Yani, hâkimiyetin esası Allah’a dayanmakla olur mesajı…
Ebusuud Efendi bu hususta çok güzel bir tevhidi nüans yakalayarak, Taht üzerinde fiziksel bilgi verilmesini şu şekilde yorumlamaktadır: “Hangi izaha göre olursa olsun, (Hüdhüd’ün)  Hz. Süleyman’ın huzurunda onun (Melike’nin) tahtını anlatması, daha önce belirtildiği gibi kendisine kulak asmasını ve Belkıs’ın emri altına almak için oraya azimet etmesini teşvik etmek içindir ki, bunun akabinde onunla savaşmayı gerektiren kendisinin ve kavminin küfrünü beyan etmektedir.”5
Bütün bu tevhidi mesajlar, Melikenin Tahtının fizikselliği üzerinden verilmektedir. Dolayısıyla Melike’nin Tahtı bir hidayet unsurudur. Odaklanılması gereken Melike’nin Tahtının fiziksel vasıfları değil onun üzerinden verilmek istenen Tevhidi mesajlar olmalıdır. Dolayısıyla Melike’nin Tahtı üzerinde olmadık ve lüzumsuz indî yorumlar yadaİsrailiyat ile yeni yeni polemik konuları açmak, kasti olmasa dahi Allah’ın vermek istediği tevhidi mesajları örtmek veya engellemek anlamına gelecektir. Bu bizim nazarı dikkate almamız gereken önemli bir olgudur.
Taberî, Melike’nin Tahtının fiziksel niteliği üzerine şöyle bir yorum yapmaktadır; "Burada, tahtın büyüklüğünden maksat, genişlik ve yükseklik bakımından büyüklüğü değil, değer ve önem bakımından büyüklüğüdür.”6 Kurtubi bu hususta şöyle der: “ ‘Onun bir de büyük bir tahtı var.’ Bu tahtı hem görünüşü, hem de saltanat mertebesi itibariyle büyüklükle nitelendirmiştir.”7Dolayısıyla Melikenin tahtına dair spekülatif yorumlar yerine onun fiziksel tasviri üzerinden tevhidi istikamette çıkarımlarda bulunmak gerekmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in Neml kıssasındaki ayetinde yer alan; Melike’nin Tahtının fiziksel özelliğine dikkat çeken Hüdhüd’ün “…lehâ arşun azîm.” ifadesi; Kadim tefsir sahipleri tarafından, Kur’an’ın belirtmediği bir şekilde gaybi anlatımlara boğulmaktadır. Bu hususta kadim tefsirlerdeki yorumlardan örnekler verelim:
Mukatil Bin Süleyman: “Mücevherlerle süslü olan bu taht, seksene seksen zira olup yerden yüksekliği de seksen zira idi.”8
 “Katâde: "Belkısın tahtı, altından; tahtının ayakları mücevherlerden yapılmış olup inci ile süslenmişti." (…) İbn Abbas şöyle der: Güzel yapılmış, değerli bir tahttır. Belkıs'ın tahtı altından, tahtın ayakları ise inci ve mücevherdendi."9
İbn-i Kesir: “Yani öyle bir Taht üzerinde oturuyordu ki; bu Taht büyük, azametli, altınla, çeşitli cevher ve İncilerle süslenmişti. Züheyr İbni Muhammed şöyle diyor: Onun Tahtı Yakut ve Zeberced’le işlenmiş, iki yanı altındandı. Uzunluğu seksen kulaç, genişliği ise kırk kulaçtı. Muhammed İbn İshak der ki; Onun Tahtı Yakut, Zeberced ve İnci ile süsleme altındandı.”10
İbnü’l Esir: “Belkîs'ın tahtı altından yapılmıştı; bu taht ise Yakut, Zeberced ve İnci gibi değerli mücevherlerle süslenmişti.”11 şeklinde yorum yapmaktadır.
Beydavî: Taht eni, boyu ve yüksekliği otuza otuz ebadında ya da seksen ebadında Altın ve Gümüş’ten mücevherle kakmalı idi.”12
Ebusuud efendi: “…Ve otuz arşın genişliğinde ve otuz arşın yüksekliğinde, diğer bir görüşe göre de seksen arşın genişliğinde ve yüksekliğinde mücevherle süslü Altın ve Gümüş’ten muazzam bir tahtı vardı. Tahtının ayakları da kırmızı ve yeşil Yakut’tan ve İnci ve Zümreüt’ten idi. Tahtın üstünde de yedi oda vardı ve her odanın da kilitli bir kapısı vardı.”13
İşte bu gaybi malumata dayanan spekülatif yaklaşım, geleneksel İslami anlayışın, Kur’an kıssalarının doğru anlaşılması açısından metotsuzluğunun bir göstergesidir. Kur’ani perspektiften bakıldığında Melike’nin Tahtı hakkındaki bu aşırı ve indi yorum tarzı yanlış bir yaklaşımdır. Her şeyden önce Taht hakkında bu tip tanımlamalar, mesnedi olmayan hatta olamayacak olan ve tamamen gaybi alana ait spekülatif yakıştırmalardır. Kim görmüş veya kim hangi sağlam kaynaktan bilgi edinmiş ki, Melike’nin tahtı hakkında bu kadar ayrıntılı nitelemeleri yapmakta veya yapabilmektedir?
Bu spekülatif tutumun yanısıra Kadim tefsir kitaplarında Melikenin Tahtı ile ilgili yer alan birbirine benzer veya aynı rivayetlere nazarı dikkat çekmek istiyoruz. Neredeysa hepsi aynı kaynaktan çıkmış gibi motamot birbirinin aynı olan bu detay anlatımların, birbirini kaynak gösteren bir şekilde kitaplarda dercedildiği gözlemlenmektedir. Yani bir sonraki müfessir bir önceki/öncekileri delil göstererek rivayeti aynen veya biraz daha modifiye/ilaveli olarak aktarmaktadır. Ancak şu hiç sorulmamaktadır. Bu detaylar nasıl biliniyor? Kaynağı ne?
Geçmiş yazılarımızda üzerinde durduğumuz, Kur’an kıssalarının anlaşılmasındaki önerdiğimiz metod açısından; Sebe Melikesinin Tahtını, Kur’an perspektifinde mufassallaştırmak için onunla ilgili bir kıssanın anlatıldığı Tevrat’tan kullanacağımız veriler de bulunmamaktadır. Bu hususta Tevrat’ta sadece Sebe Melikesinin; Sebe ülkesinde Kraliçe olduğu ve Hz. Süleyman’la görüştüğüne dair bir takım tali veriler bulunmaktadır. Ancak Tevrat da, Sebe Melikesinin Tahtından ve vasıflarından hiç söz edilmemektedir.
Buna mukabil Tevrat’ta Hz. Süleyman’ın kendisi için yaptırdığı muhteşem bir Taht’tan bahsedilmektedir. “Kral(Süleyman) fildişinden büyük bir taht yaptırıp saf altınla kaplattı. Tahtın altı basamağı, arka kısmında yuvarlak bir başlığı vardı. Oturulan yerin iki yanında kollar, her kolun yanında birer aslan heykeli bulunuyordu. Altı basamağın iki yanında on iki aslan heykeli vardı. Hiçbir krallıkta böylesi yapılmamıştı.”14
Bizce, Sebe Melikesinin Tahtı hakkında Kur’an’ın Hüdhüd aracılığıyla belirttiği “…lehâ arşun azîm.” şeklindeki fiziksel tavsifi üzerinde; taşmadan, zorlamalar yapmadan durmak; “..recmen bil gayb.. / gaybe taş atmak”15 tan içtinap etmek gerekmektedir. Bu durumun aksi, Kur’an kıssalarının günümüze kadar gelen indî ve İsrailiyat dolu hurafeler yığını halinin devam etmesi anlamına gelecektir. Oysa bizlerin acilen bu hurafe yığınını, Kur’an’ın kıssalarından ayıklamamız gerekmektedir.
Bir sonraki yazımızda Süleyman ve Sebe Melikesi kıssasının; Hz. Süleyman’ın, Melike’nin, Sebe’deki Tahtını, Kudüs’e getirttirmesi ve buna mümasil diğer olguların konu edildiği kıssa varyantı üzerinde duracağız.

Dipnotlar:
1- Neml27/22-23.
2- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVII, S. 416-417.
3- Neml27/23-42.
4- Hacc22/73.
5- Ebusuud, Ebusuud Efendi Tefsiri, c. X, s. 4524.
6- Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,  c. IV, s.  375-376.
7- İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XIII, s. 159.
8- Mukatil Bin Süleyman, Tefsirî Kebir, c. III, s. 241.
9- Muhammed Ali Es-Sabuni, A.g.e,  c. IV, s.  375-376.
10- İbn-i Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. IV, s. 1757.
11- İbnü’l Esir, El Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi, c. I, s. 222-228.
12- Kadı Beydavi, Beydavî tefsiri, c. IV, s. 100.
13- Ebusuud, A.g.e, c. X, s. 4524.
14- Tevrat/I. Krallar10/18-20.
15- “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri de köpekleridir' diyecekler. Yine: 'Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir' diyecekler. (Yaptıkları) gayba taş atmaktır. 'Yedi kişidirler, sekizincileri de köpekleridir' diyecekler. De ki: 'Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Pek az kimseden başkası onları bilmez.' Artık onlar hakkında açık bir tartışmadan başka tartışmaya girme ve onlar hakkında onlardan (kitap ehlinden) kimseye bir şey sorma.” Kehf18/22. 



Hz. Süleyman’ın Köşk/Saray Kıssasının Mufassallaştırılması ve Mesajları
19/08/2011 - 19:20

Cengiz Duman
Giriş:
Kur’an-ı Kerim’de yer alan Süleyman kıssasının en önemli varyantlarından birisi de Süleyman’ın köşkünün anlatıldığı Neml süresindeki kıssa varyantıdır. Sebe Melike’sine endeksli bu anlatımda; Sebe Melike’sinin, Hz. Süleyman’ın köşkünün muhteşemliğine dair intibaı ve bu meyanda Süleyman(a.s)’ın, Allah’tan destekli gücü beyan edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in, Neml suresinde anlatılan Süleyman kıssası varyantında anlatılan bu kıssada birden bire köşk anlatımı devreye girmektedir. ”Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi…”1
Sebe Melike’sinin ne Kudüs’e gelişi, ne Hz. Süleyman’la buluşması gibi detaylar sunulmadan aniden devreye giren bu köşk anlatımının alt yapısı aslında daha evvelki anlatımlarda söz konusu olmuştur. Şöyle; “Ya’melûne lehu mâ yeşâu min mehârîbe ve temâsîle ve cifânin kel cevâbi ve kudûrin râsiyât… / Onlar Süleyman'a mihraplar/binalar, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı...”2 Veş şeyâtîne kulle bennâin ve gavvâsın… / Dalgıç ve yapı ustası şeytanları da.”3
İki ayrı surede beyan edilen “mihrab” ve “bennâin” kelimeleri etrafında sunulan mücmel malumat, Hz. Süleyman’ın yaptırdığı binalarla ilgili üretime dair ifadelerdir. Sebe Melike’sine gösterilen Köşk ile ilgili yapım aşamaları da bu ayetlerde mücmel olarak bildirilmektedir.
Kur’an okuyucusu, bu ayetlerin toplamından bir sonuç çıkarmakta ve Süleyman’ın yaptırdığı bir Köşk olduğunu ve bunu Sebe Melike’sine göstererek hem yönetimini hem de ulaştığı medeniyeti tanıtıp, Sebe Melike’sinin İslam’a meylini sağlamaya gayret ettiğini anlamaktadır.
Tespit ettiğimiz bu durum; Kur’an muhataplarının, hiçbir kültürel alt yapıları olmadan “0” bilgi ile çıkarabilecekleri bir sonuçtur. Çıkarılan bu sonuç Kur’an’ın, Süleyman kıssası ile vermek istediği mesajların iletilme ve anlaşılması açısından yeterli addedilebilecek bir durumdur.
Lakin realite böyle midir? Yani Kur’an’ın hitabettiği Mekke ve Medine Arap toplumu “0” bilgi; yani anlatılan kıssa bakımından “bilgisizlik” sahibi midir? Buna cevabımız Hayır, olmalıdır/olacaktır.
Bunu da geçelim. Bugün, Kur’an’a muhatap toplum veya kişiler yani bizler, Hz. Süleyman ve onun kıssası hakkında “0” bilgi sahibi konumunda mıyız? Buna da cevabımız Hayır olmalı/olacaktır.
Şimdi bu söylediklerimizi izah etmeye çalışalım. Kur’an’ın, Süleyman kıssası nazil olurken Mekke’deki cahiliye Arap toplumunun belli bir Süleyman algısı veya alt yapısı bulunmaktaydı. Her ne kadar elimizde yeterli veriler olmadığı için var olan bu alt yapının çerçevesini tam manasıyla çizemesek de; Yaz’ın gerçekleştirdikleri, Kuzeye yapılan ticaret seferleri esnasında bu yöredeki yapılar, kişiler ve bunlarla ilgili olaylardan bir şekilde haberdar olduklarını Kur’an’ın anlatımlarından çıkarabilmekteyiz. Tıpkı Lut kıssasına atıf yapan şu ayet gibi: “Hani biz Lût'u ve ailesinin hepsini kurtardık. Ancak geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Sonra diğerlerini yok ettik. (Ey insanlar!) Siz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz: sabahleyin Ve geceleyin. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”4
Dolayısıyla kervan ticareti işin gittikleri Kudüs ve çevresinde Hz. Süleyman’dan kalan bakiye eserler –Süleyman Mabedi- ve çeşitli rivayetler yoluyla Hz. Süleyman ve onun kıssası hakkında malumat sahibi olan Müşrik Arapların bu bilgileri üzerine Kur’an’ın, Süleyman kıssası nazil olmuştur.
Medine Arap toplumundaki Yahudi ve Hıristiyanları oluşturan Ehl-i Kitab ise Tevrat vasıtasıyla çok detaylı olarak Hz. Süleyman ile ilgili konulardan haberdardılar.
halde Kur’an bilinen kişi, olay ve olgular üzerine nazil olmaktadır.  Dolayısıyla Kur’an’ın nüzulü esnasında yaşayan Müşrikler ve Ehl-i Kitab, Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası, Köşk ve Taht anlatımları hakkında bilgi sahibi olmaları aşikârdır.
Burada şöyle düşünmemiz lazımdır. Kur’an bilinenlerden hareket ediyor ise Süleyman kıssası ile anlattıklarının amacı nedir? Buna cevabımız ya bilinen olguyu tasdik etmektedir ya da bilinen olgudaki yanlışları tashih etmektedir şeklinde olacaktır.
Bu söylediğimizi açalım. Kur’an, Süleyman kıssasını anlatırken muhatap Arap toplumunun bilinen alt yapısındaki bilgilere istinaden kıssasını bina etmektedir. Bu yüzden Kur’an’ın Süleyman kıssasındaki ifadeler, mücmel/kısa/öz anlatımlardır. Çünkü detay anlatımlar zaten Kur’an öncesi inan Tevrat kitabında vardır. Dolayısıyla Kur’an, Tevrat’taki bu tarihsel bilgileri aynen tekrarlamaz. Kur’an, bilinen bu bilgiler içerisinde Tevhidi açıdan var olan yanlışları tashih edecek mücmel nitelikte açıklamalarda bulunur ve böylece Tevrat veya Arap alt yapısındaki kültürel kıssanın, hidayete açısından sapmış olan istikametini yeniden rayına oturtur.
Bütün bu tespitlerden sonra şu sonuca ulaşmamız mümkündür. Allah; “O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.”5 diyerek, tasdik ettiği Tevrat’taki Süleyman kıssasının, tevhidi açıdan muharref hale gelmiş yanlarını, beyan ettiği Kur’an kıssasındaki mücmel ifadelerle tashih eder. Bozulan veya eksilen hidayete yönelik muhtevayı mesela Hz. Süleyman’ın peygamber olmadığı, Melike ile ilişkisinin tevhidi tebliğ değil de aşk, zenginlik üzerinden gibi mesajlara kaydırılmış muharref halini engeller.
O halde şu sonuç, Kur’an noktai nazarından/perspektifinden doğrudur: Kur’an’ın Süleyman kıssası mücmel ifadeleri, Tevrat’ın detaylı bilgileri ile örtüştürülebilir. Bunun kıstası, Kur’an’ın bildirdiği Tevhidi çerçeveye aykırı olmamasıdır.
Neden böyle bir yargıya varıyoruz? Çünkü Kur’an “0” bilgi toplumuna nazil olmamıştır. Şu veya bu şekilde rivayetlere dayalı bilgilere sahip Mekke müşriklerini bir kenara bıraksak; Medine Ehl-i Kitab toplumunun, Hz. Süleyman kıssası hakkında Tevrat kaynaklı detaylı bir bilgisi vardır. Binaenaleyh Kur’an-ı Kerim, tasdik ettiği Tevrat’ın müntesibi bu insanlardan algılarındaki tüm bilgilerini silmelerini “resetlemelerini” istememektedir.
Kur’an, muharref hale getirilen Tevrat’ta yer alan Tevhid dışı yanlış bilgileri tashih ederek, oluşan tevhidi açıdan sahih addedilebilecek diğer bilgiler veçhesinde onları, yeni gelen kitap(Kur’an) ve onu ileten peygambere(Hz. Muhammed) ittiba ettirmeye çalışmaktadır. “Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.”6
Dolayısıyla Kur’an’ın amacı, tüm Tevrat’ı ve onun tüm verilerini kaldırıp bir kenara attırmak değil, bilakis ondaki tevhidi açıdan muharref hale gelmiş yanlış bilgileri doğrusuyla tashih etmek; tevhidi açıdan bir mani teşkil etmeyen Tevrat verilerinden de yararlanılmasını istemektedir. Bu yüzden Kur’an’da anlatılan Süleyman kıssası mücmeldir. Kıssa detayları ya da mufassal malumat Tevrat’ta bulunmaktadır. "Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkiyle uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.”7
Kur’an’ın Süleyman kıssasındaki Köşk anlatımının Tevrat kıssasındaki karşılığı:
Kur’an-ı Kerim’in, Neml suresindeki Süleyman kıssası Köşk anlatımı şöyledir: “Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”8 Anlaşılacağı üzere Melike’ye girmesi teklif edilen Köşk hakkında sadece “…Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir…” ifadesi ile Köşkün çok cüzi bir niteliği anlatılmıştır. Yani kıssa içerisinde ne Köşk’ün yeri ne yapımı ne tezyini ne de yapım amacı hakkında herhangi bir malumat verilmemiştir.
Bu hususta Tevrat verilerine başvurduğumuzda Hz. Süleyman’ın, Sebe Melike’sine tanıttığı köşk hakkında şu mufassal malumatı bulmaktayız.
a- Hz. Süleyman’ın yaptırdığı Köşk Tevrat,’ta Saray olarak tanımlanmaktadır ve adı “Lübnan Ormanı”dır. “…Lübnan Ormanı adlı bir saray daha yaptırdı.”9
b- Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği bu köşk/Saray Arz-ı Mev’ud/Kenan coğrafyası içerisinde Yaruşalim/Kudüs’tedir. “Saba Kraliçesi, Rab'bin adından ötürü Süleyman'ın artan ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamaya geldi (…) Yeruşalim/Kudüs'e gelen kraliçe, aklından geçen her şeyi Süleyman'la konuştu.”10
c- Bu Köşk/Saray’ın büyüklüğü; “Uzunluğu yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olan…”11ebatlarındadır.
d- Hz. Süleyman’ın yaptırdığı “Lübnan ormanı” Saray/köşkünün iç ve dış mimarisi ise şöyledir: “Sütunların üstündeki kırk beş kirişin üstü sedir tahtalarıyla kaplanmıştı. Bir sıra on beş kirişten oluşuyordu. Kafesli pencereler üç sıra halinde birbirine bakacak biçimde yapılmıştı. Kapılar ve kapı söveleri dört köşeliydi. Pencereler ise üç sıra halinde birbirine bakacak biçimde yapılmıştı. Süleyman elli arşın uzunluğunda otuz arşın genişliğinde sütunlu bir eyvan yaptırdı. Eyvanın önünde sütunlarla desteklenmiş asma tavan vardı. Taht Eyvanı'nı, yani kararların verileceği Yargı Eyvanı'nı da yaptırdı. Bu eyvan da baştan aşağı sedir tahtalarıyla kaplıydı. Eyvanın arkasında öbür avludaki kendi oturacağı saray da aynı biçimde yapılmıştı. Süleyman, karısı olan firavunun kızı için de bu eyvanın benzeri bir saray yaptırdı. Dışarıdan büyük avluya, temelden çatıya kadar bütün bu yapılar kaliteli taşlarla yapılmıştı. Taşlar testereyle kesilmiş, ön ve arka yüzleri yontulmuş, belirli ölçülere göre hazırlanmıştı. Temeller sekiz ve on arşın uzunluğunda büyük, seçme taşlardan atılmıştı. Üstlerinde belirli ölçülere göre kesilmiş kaliteli taşlar ve sedir kirişler vardı. Büyük avlu üç sıra yontma taş ve bir sıra sedir kirişlerinden oluşan bir duvarla çevrilmişti. Rab'bin Tapınağı'nın iç avlusuyla eyvanın duvarları da aynı yapıdaydı.”12
e- Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği Saray/Köşk’ün yapım süresi; Tevrat’ın I. Krallar kitabına göre; “Süleyman kendine, yapımı on üç yıl süren bir saray yaptırdı.”13 on üç yıldır. Yine I. Krallar kitabındaki bir başka yerde ise “Süleyman iki yapıyı - RAB'bin Tapınağı'yla kendi Sarayını - yirmi yılda bitirdi.” Denmektedir. Tevrat’ın II. Tarihler kitabında ise; “Süleyman Rab'bin Tapınağı'yla kendi sarayını yirmi yılda bitirdi.”14 şeklinde belirtilmektedir.
Süleyman mabedi Tevrat’ın bir başka babında “Tapınağın yapımı Süleyman'ın yedi yılını almıştı.”15 denilerek, Mabed yapımının süresi yedi yıl olarak bildirildiğine göre geriye kalan on üç yıllık sürede yapılan “Lübnan Ormanı” Saray/Köşkünün ne kadar itinalı yapıldığı ortaya çıkmaktadır.
Süleyman kıssasını mufassallaştırma uygulaması ile ne kazanmaktayız.
Kur’an’da, Hz. Süleyman’ın Köşk’üne ait mücmel ifadeyi Tevrat’ta yer alan bu detaylı veriler ile örtüştürdüğümüzde yaptığımız bu uygulama Kur’an noktai nazarından bize ne kazandırmakta ne kaybettirmektedir?
Bizce, Kur’an’ın mücmel ifadelerini Tevrat’ın verileri ile mufassallaştırmak bir şey kaybettirmemekte bilakis Kur’an’ın, Neml suresindeki, Süleyman kıssasındaki “Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.“ ifadesini pekiştirerek daha kâmil bir anlayışa ulaştırmaktadır.
Biz, Kur’an’daki “Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi…” ifadesi ile Hz. Süleyman’ın inşa ettirmiş olduğu Köşk hakkında muhayyilemizde, “muhteşem yapı” algısı oluşturmaktayız. Dolayısıyla Melike’nin, Köşk hakkındaki intibaının, Allah’ın, Hz. Süleyman’a desteği ile gerçekleştiğini yorumlaması neticesi onun imanına şahit olmaktayız.
Kur’an’ın Süleyman kıssası mücmelliği içerisinde Süleyman(a.s)’ın köşkünün muhteşem yapısını ve gayesini anlatan harika bir belagat ve icazat bulunmaktadır. Bu köşk öyle muhteşem yapılmış bir Köşk’tür ki, Melikeyi bile kendisine hayran bıraktırıp Süleyman-Allah ilişkisine tam bir vukufiyet sağlamasını temin etmiştir. Melike’nin şu sözü bunu beyan etmiyor mu? “Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”
Bununla birlikte Tevrat’taki tarihsel anlatımların eşliğinde Kur’an’daki mücmel ifadelerle pekişen daha derin bir muhteşem yapı algısına sahip olmaktayız ki, böylece mücmel Kur’an ifadesinden sonra akla gelebilecek Köşk hakkındaki, büyüklüğü, yapım muhtevası, yapım süresi, nerede inşa edildiği vb. sorulara cevaplar da bulmuş olmaktayız. Dolayısıyla bu bilgileri Tevrat’tan almayıp “İsrailiyat“ veya indi birtakım yorumlara bırakmayarak daha sahih bir algı oluşturmuş olmaktayız. Esasen İslam tefsirlerinde oluşan “İsrailiyat” ve indi yorumlar bu metodu uygulamamaktan ya da iyi uygulayamamaktan kaynaklanmaktadır kanaatindeyiz.
Süleyman’ın Köşk gösterisinin sonu ve Melike’nin iman ikrarı:
Kur’an’ı Kerim’deki Köşk ve bu Köşk’ün muhteşemliği karşısında Sebe Melike’sinin hayranlığının neticesi olarak, Allah’a imanını açıklayan mücmel anlatımdaki  “Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.“ ifadesinde belirtilmeyen Melike’nin hayranlığının detaylı açıklaması Tevrat kıssasında şöyle yer almaktadır: “Süleyman'ın bilgeliğini, yaptırdığı Saray’ı, sofrasının zenginliğini, görevlilerinin oturup kalkışını, özel giyimli hizmetkârlarını, sakilerini ve Rab'bin Tapınağı'nda sunulan yakmalık sunuları gören Saba Kraliçesi hayranlık içinde kaldı. Krala, "Ülkemdeyken, yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş" dedi, "Ama gelip kendi gözlerimle görünceye dek anlatılanlara inanmamıştım. Büyük bilgeliğinin yarısı bile bana anlatılmadı. Duyduklarımdan daha üstünsün. Ne mutlu adamlarına! Ne mutlu sana hizmet eden görevlilere! Çünkü sürekli bilgeliğine tanık oluyorlar.”16
Bu anlatımların arkasından Tevrat kıssasında; Melike’nin iman beyanı değil de Melike’nin, Süleyman(a.s)’ın itikadi konumunu tasvir etmesi şeklinde olmaktadır: “Senden hoşnut kalan, adına egemenlik sürmen için seni tahta oturtan Tanrın Rab'be övgüler olsun! Tanrın İsrail'i sevdiği, sonsuza dek korumak istediği için, adaleti ve doğruluğu sağlaman için seni İsrail'e kral yaptı"17
Kur’an kıssasında ise Hz. Süleyman’ın resullüğünün gereği tebliği ve onun Allah’tan aldığı destekle gerçekleştirdiği güç ve medeniyetin Melike’deki aksi, onun Allah’a iman beyanı olarak Melike’nin kendi ağzından verilmektedir. “…Melike dedi ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.” Kur’an kıssasında benzeri bir vurgu, Sebe Melike’sinin tahtının kendisine gösterildiği sahnede verilmektedir. “…Bize daha önce bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.”18
Süleyman kıssası Köşk varyantı Tevhidi mesajları:
Kur’an’daki tevhidi eksenli bu anlatım ekseninde hem resul hem idareci olan birinin tavrı nasıl olmalıdır? Kur’an’ın, Süleyman kıssasının bu varyantını anlatmasının sebebi de budur. “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.”19 Yöneticiler veya devletlerarası ilişkilerde İslam’ın tebliğ metodunun niteliği hakkında aynı zamanda bir resul olan Hz. Süleyman’ın ayrıca bir yönetici kimliği ile Hüdhüd aracılığıyla yaptığı Sebe Melike’sini İslam’a daveti ve sonrası diyalogları hatırlayalım.
Hz. Süleyman’ın bu daveti sonucu Melike; Süleyman-Allah ilişkisinin sonuçlarını bizatihi görmüş ve böylece mutmain olarak imanını ikrar etmiştir. Böylece Tevhidi tebliğ metodu ve hidayetin gerçekleşme aşamalarına dair mesajlar sunulmuştur.
Melike’yi, Süleyman mı Müslüman etmiştir yoksa Allah mı? Bu önemli olgunun da cevabı “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”20 ayeti çerçevesinde Allah’a izafe etmek gerekmektedir. Ancak Tevrat bu hidayet olgusunu, Hz. Süleyman’ın muhteşem gücüne endeksli olarak bildirilerek, Tevhidi eksenin hazfedilmiş olduğunu ihsas ettirmektedir.
İşte bu yüzden Kur’an’daki Süleyman kıssasında, Hüdhüd aracılığı ile gelişen Tevhid bazlı diyalog anlatımı beyan edilerek, kıssa tamamen tevhid eksenli anlayış ve mesajlarla yüklü hale getirilmiştir.
Oysa Tevrat’ın Süleyman kıssasında; Hz. Süleyman ile Sebe Melike’si arasında Kur’an kıssasında anlatılan onun resullüğünün bir gerçeği olarak tevhid temelinde Resul-Kral nitelikli İslam’a davet tasvir ve beyanları yer alamamaktadır.
Bunun birinci sebebi Yahudilerin, Hz. Süleyman’ın peygamberliğini kabul etmemeleridir. Tevrat’ta anlatılan Süleyman(a.s)’ın, Sebe Melike’si ile arasında yaşananlar sadece Tanrıya iman etmiş bir Kral ve onun maddi eserleri ve askeri gücüne hayran olmuş Kraliçe ilişkisi ekseninde anlatılmaktadır. Dolayısıyla Kur’an ile Tevrat arasındaki, Süleyman kıssası anlatımındaki bu önemli fark Tevrat’ın muharreflik olgusunu açıkça ortaya sermektedir.
Dolayısıyla Tevrat ve Kur’an kıssası arasındaki bu önemli farklar; Kur’an’ın, Süleyman kıssasını yeniden beyan etmesini ve ondaki mücmellik olgusunu da açıklamaktadır. Yeniden derlenme esnasında Süleyman kıssasında kaybolan tevhidi tema ve mesajlar, Kur’an tarafından yeniden gündem edilerek, Tevrat kıssası üzerinde, hidayete yönelik mesajlar açısından gerekli gördüğü yerlerin tashihatını gerçekleşmektedir.
Kur’an, Tevrat’ın her şeyine değil, Tevhidi ve hidayet açıdan muharref olan yerlerine tashihat yapması aynı zamanda Kur’an’ın Süleyman kıssasındaki mücmelliğin esasını da izhar etmektedir.
Binaenaleyh Kur’an’ın, Süleyman kıssası Köşk varyantı ile Tevrat’ın Süleyman kıssası arasındaki en önemli olan fark; Kur’an’ın hep tevhide dikkat çekip bu minvalde öğüt ve ibret verirken, Tevrat kıssasında, Süleyman’ın ve Sebe Melike’sinin zenginlikleri ekseninde tarihsel bilgiler sunulmaktadır. Tevhidi mesajlar ya muharref hale gelmiş ya da büyük oranda Tarihsel anlatımların gölgesinde kalmaktadır.
Kur’an kıssasına göre Hz. Süleyman Resul olarak; “"Mektup Süleyman'dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyladır." "Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye” tebliğini yaparken; Müslüman bir idareci olarak; “Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!” ayetinde belirtildiği gibi Allah’tan aldığı askeri gücü ortaya koymaktadır. Bununla yetinmemekte Yine Allah’tan aldığı destekle inşa ettirdiği muhteşem Köşk/Saray’ını ve Melike’nin tahtını tebliğ unsuru olarak sergilemektedir.
Sonuç:
Bizler yani Kur’an-ı Kerim’in muhatabı olan Müslümanlar olarak; Hz. Süleyman’ın gerek Kur’an kıssasındaki gerekse Kur’an kıssasının, Tevrat verileri ile mufassallaştırılmış halindeki Tevhidi tebliğ örnekliğinden öğüt ve ibret mesajları çıkararak, bu Kur’an kıssasını hayata geçirmeliyiz. Dolayısıyla Süleyman kıssasını tarihe gömülmüş değil, “yaşayan kıssa” haline getirmeliyiz. Aksi halde ya vakiliğine/yaşanmışlığına itirazlar ya da tevhidi temasına aykırı “İsrailiyat” ve “indi” evsaflı efsanevi rivayetlerle boğuşup! durmak zorunda kalacağız.

Dipnotlar:
1- Neml27/44.
2- Sebe34/13.
3- Sad38/37.
4- Saffat37/134-138; Rum30/9; Ankebut29/38; Hud11/100.
5- Ali imran3/3.
6- Ali imran3/199.
7- Maide5/68.
8- Neml27/44.
9- Tevrat/ I.Krallar7/2.
10- Tevrat/ I.Krallar10/1-2.
11- Tevrat/ I.Krallar7/2.
12- Tevrat/ I.Krallar7/3-12.
13- Tevrat/ I.Krallar7/1.
14- Tevrat/ II.Tarihler8/2.
15- Tevrat/ I.Krallar6/38.
16- Tevrat/ II.Tarihler9/3-7.
17- Tevrat/ II.Tarihler9/8.
18- Neml27/42.
19- Maide5/67.
20- Kasas28/56.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder