4 Ocak 2015 Pazar

CENGİZ DUMAN Süleyman kıssası ve RÜZGAR


Hz. Süleyman -Rüzgâr Bağlamı ve Nuzül Ortamı-
21/06/2011 - 08:20

Cengiz Duman

Cenabı Hakk, Hz. Süleyman’a, peygamber ve krallık lütfetmesinin yanı sıra ayrıca çeşitli mucizelerle de kendisini desteklemiştir. Bunlardan biri kuşdilinin öğretilmesidir. Kur’an bunu şöyle bildirir: “Süleyman Davud'a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi…”1Bir diğer mucize ise rüzgâr mucizesidir. Bu ve müteakip yazılarımızda Süleyman(a.s)’a verilen rüzgâr mucizesi ve doğru anlaşılması üzerinde mütalaalarımızı serdedeceğiz.
Kur’an-ı Kerim’in çeşitli surelerinde2 geçen ayetlerde Süleyman ve rüzgâr ilişkisine şöyle değinilir: “Süleyman'ın emrine de kasırga/fırtına (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz.”3  “Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik4  “Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.”5
Kur’an-ı Kerim, Cenabı Hakk’ın, Hz. Süleyman’ı, rüzgâr mucizesi ile desteklediğini belirttiği halde Süleyman(a.s)’a verilen bu desteğin mahiyeti hakkında açıklama yapmamıştır. Yani Kur’an; “Süleyman'ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi…” Derken, buradaki esme faaliyetinin ne için ve ne amaçla olduğuna; bereketli yerlerin nereleri kapsadığına dair bir açıklama yapmamıştır. Tıpkı süratini tarif ettiği “…Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgâr…”la Süleyman’ın ne yaptığını veya nasıl yararlandığını beyan etmediği; “…Ve “Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.” İfadelerindeki; “..yumuşacık akma…”nın ne amaçla olduğunu açıkça belirtilmediği gibi.
Hal böyle olunca mezkûr ayetlerde geçen rüzgâr ile Hz. Süleyman arasındaki mücmel olarak beyan edilen ilişkinin mufassallaştırması, Kur’an’ın muhataplarına bırakılıyor demektir. Neden? Çünkü Kur’an, bilinmeyen bir kıssayı veya onun içerisinde bahsi geçen bilinmeyen konuları anlatmamaktadır.
Peki soralım! Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası, Kur’an inmezden evvel biliniyor muydu? Buna cevabımız evet! olacaktır. O halde nasıl biliniyordu? Şöyle biliniyordu… Kur’an’ın “Kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için.”6 Ayetinde belirttiği; yaz ve kış yapılan ticaretseferleri ile Yemen ve Şam-Kudüs-Irak’a yolculuk yapan Mekke ve Medine Arapları buralardaki dini ve kültürel ortamlardan haberdar olmaktaydılar. Kamil manada bilgileri olmasa dahi edindikleri çat-pat veya kırık-dökük malumat; onların, ticaret yaptıkları bu bölgelerdeki olaylar ve şahıslardan haberdar olmalarına yetiyordu.
Bilindiği gibi Süleyman kıssası; hem Kudüs ve civarını hem de Sebe kavmi ve Melikesi nedeniyle Yemen ve civarını konu alan bir kıssadır. Dolayısıyla bu bölgeler ile ticaret seferleri dolayısıyla sosyal ve kültürel iletişim kuran Mekke ve Medine Arapları, ister istemez Süleyman kıssası ve konularından haberdar olmuşlardır.
Bu tabii vakıa haricinde Süleyman kıssası hakkında Mekke ve Medine yerleşik Araplarının bir diğer bilgilenme yolu; Medine’de yaşayan Yahudi Arap kabilelerinden dolayıdır. Çünkü burada yüzyıllardır yaşayan Yahudileşmiş Araplar, hem Tevrat’ı okuyorlar hem de Süleyman(a.s)’ın hüküm sürdüğü Kudüs ve civarındaki kültürel yapı ve gelişmelerden, dini (Yahudilik) yakınlık açısından oluşan ilgi sebebiyle haberdardılar. Bilindiği gibi Yahudiler ibadet ederken Süleyman mabedinin bulunduğu Kudüs’e doğru yönelirler. Tevrat bu olguyu şöyle aktarır: “Halkın sana karşı günah işlediği için gökler kapanıp yağmur yağmazsa, sıkıntıya düşen halkın buraya yönelip dua eder, adını anar ve günahlarından dönerse,  göklerden kulak ver; kullarının, halkın İsrail'in günahlarını bağışla.”7 Dolayısıyla Kıbleleri Kudüs’teki Süleyman mabedi olan Medine Yahudi Araplarının, bu bölgenin kültür ve diğer bilgilerinden eksik kalmaları düşünülemez.
Medine Arap Yahudileri mensubu oldukları dinin en meşhur Kralı ve Yahudiliğin! yeryüzündeki tek kutsal mabedini inşa etmiş olan Süleyman ve onun sahip olduğu eşsiz kudretten kendilerine pay! Çıkararak diğer müşrik Arapları ötekileştirmiş oluyorlardı.
İşte Hicaz bölgesi müşrik Arapları gerek Hicaz ötesi ticaret yoluyla gerek Yahudi olan Medine Arapları ile etkileşimleri neticesi, Süleyman(a.s) ve onun hayatı ile ilgili bilgi sahibi idiler.
Şimdi diyeceksiniz ki, eeeee konuyla ne alakası var?.. Çok alakası çok var!..  Eğer Cenabı Hakk, Kur’an’da bahsettiği Süleyman kıssası hakkında; Kur’an’ın nazil olduğu Mekke ve Medine Arap toplumlarının sıfır bilgi sahibi olduklarını kabul etmiş olsaydı; Kur’an’da beyan ettiği kıssaları, onların tam manasıyla anlayacağı genişlikte –tam mufassal- malumat ile beyan ederdi. Oysa Cenabı Hakk, Kur’an’da beyan ettiği Süleyman ve diğer kıssaların, muhatap Arap toplumlarınca bilindiği için onları mücmel olarak beyan etmektedir. Mesela “Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar.”8 Ayeti buna en iyi örneklerden biridir. Kur’an, bilinmeyen bir Zülkarneyn değil bilinen hatta sorulan bir Zülkarneyn kıssasından veya şahsından bahsetmektedir. Binaenaleyh Kur’an’ın, muhatabı olan müşrik ve Ehl-i Kitap Arap toplumları, Kur’an’ın bahsettiği kıssaları ve özellikle konumuz olan Süleyman kıssası hakkında sıfır bilgi/hiç bilgisiz konumunda değillerdi.
Bu yüzdendir ki, Mekke-Medine Arap toplumu arka planında mevcut olan Süleyman kıssası bilgileri üzerine nazil olan Kur’an, Süleyman kıssasını beyan ederken mücmel olarak onu bildirmektedir. Neden? Çünkü Kur’an hiç bilinmeyeni değil hakkında çat-pat, yüzeysel veya efsanevî/usturî türden bile olsa -kaldı ki, Medine Arap Yahudileri Kur’an’ın bahsettiği Süleyman kıssasından çok daha fazla bilgi sahibi idiler- Arap toplumu arka planı/alt yapısında bilinenlerden hareketle Süleyman kıssasını beyan etmektedir.
Bunun yanı sıra Kur’an, hiç bilinmeyen, yeni bir Süleyman kıssa değil, geçmiş kitaplarda muharref hale gelen –rayından çıkartılan- bir kıssayı, tevhidi açıdan hidayet, öğüt ve ibret olma rayına! koymak için beyan etmektedir. Kur’an-ı Kerim, Tevrat ve İncil kitapları ve onlardan bir cüz olan kıssalarındaki tahrifat olgusunu ve Kur’an’ın bunları tashih/düzeltmesini şu şekilde beyan etmektedir: “Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor."9 "Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi..”10
Yani Cenabı Hakk, Mekke veya Medine müşrik Araplarınca bilinen fakat tevhidi açıdan ele alınıp öğüt ve ibret nazarıyla yaklaşılmayan Süleyman kıssasını, onların nazarına, Tevhid ve hidayet açısından koyarak ders vermek amacıyla Süleyman(a.s) kıssası ve diğer kıssaları beyan etmektedir.
Ayrıca Süleyman kıssası ve onun konularından oldukça detaylı olarak bilgi sahibi olan lakin Tevrat’taki muharreflik olgusu yüzünden tevhidi açıdan öğüt ve ibret olma vasfı ya tamamen veya kısmen kaybolmuş olan Süleyman kıssası ve diğer kıssaları beyan ederek Medine Yahudi ve Hıristiyanlarını tevhidi nazardan yeniden düşünmeye ve öğüt almaya sevk etmektedir. Şimdi size Tevrat’taki Süleyman kıssasında yer alan ve tevhidi sapmaya dair çok çarpıcı bir örnek verelim. O zaman Kur’an-ı Kerim’in neden Süleyman kıssasını beyan etmiştir daha iyi idrak etmiş olalım. “Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab'be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı. Böylece Rab'bin gözünde kötü olanı yaptı, Rab 'bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla Rab'bi izlemedi.”11 Gördünüz mü? Bir peygamber nasıl müşrik yapılır!..
Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim, Süleyman kıssası ve onun içerisinde anlatılan bir mucize olan Rüzgâr mucizesini beyan ederken bu bahsettiği kıssa ve içerisindeki olguların, Arap toplumunca hiç bilinmediğinden değil, kıssanın amacından saptırılmış olması,  tevhid dışına çıkarılması sebebiyle yeniden bildirmektedir.
Bu yüzden Süleyman(a.s)’ın rüzgâr mucizesinden bahsederken Arap toplumunca bilinen olgulardan hareketle onu mücmel olarak beyan etmektedir. Kur’an’ın kıssalarındaki bu mücmellik aynı zamanda Kur’an- Muhammed öncesi vahyi çizgi olan; Tevrat-Zebur-İncil kitaplar ve diğer Yahudi ve Hıristiyan addedilen resullerin tevhidi çizgisinin aynı olduğunu bildirmiş olmaktadır.
Binaenaleyh son vahiy, öncekilerin muharref yanlarını tashih ederek vahyi itmam etmektedir. Kur’an kıssalarının ve de konumuz olması itibariyle Süleyman kıssasının tam manada anlaşılması yalnızca Kur’an’ın beyan ettikleri ile değil; Kur’an’ın kendinden önce nazil olmuş olan Tevrat ve İncil’de anlatılan tevhidi açıdan doğru veya sahih ayrıntılarıyla birlikte gerçekleşecektir.
Bir sonraki yazımızda Süleyman -Rüzgâr ilişkisinin tefsirlerdeki yansımalarını analiz edeceğiz. İnşaallah.


Dipnotlar:
1 Kur’an/27Neml/16.
2 Enbiya, Sebe, Sad.
3 Kur’an/21Enbiya/81.
4 Kur’an/34Sebe/12.
5 Kur’an/38Sad/36.
Kur’an/106Kureyş/2.
Tevrat/I.Krallar8/35-36.
Kur’an/18Kehf/83.
9 Kur'an/2Bakara /75.
10Kur'an/5Maide /15.
11 Tevrat/I.Krallar11/3-6.










Süleyman-Rüzgâr İlişkisinin İslam Tefsirlerindeki Yansımaları
02/07/2011 - 15:08

Cengiz Duman

Kur’an’ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde beyan edilen, Hz. Süleyman ve ona tahsis edilen rüzgâr’la olan ilişkisinin, İslam tefsir kaynaklarında ilginç açıklamalara dönüştüğünü görmekteyiz.
Müfessirler, genelde Kur’an kıssalarının yorumlanmasında özellikle de konumuz olması açısından Süleyman kıssasının yorumlanmasında sahih bir metodoloji gerçekleştiremediklerinden, Hz. Süleyman ve rüzgar ilişkisini mufassallaştırmakta çok yetersiz! kalmışlardır.
Hz. Süleyman’a, neden rüzgârın tahsis edildiği, Süleyman(a.s)’ın bunu nerelerde, nasıl kullandığını anlamak ve anlatmakta çaresiz kalan müfessirlerimiz, her zaman! yaptıkları gibi indî bir takım yorumlarla –ezcümle bir tespit yapalım, müfessirlerimizin bu indî yorum faaliyetleri de bir açıdan metod addedilebilir, ancak tutarsızlıklarla dolu ve yanlıştır- Hz. Süleyman ve rüzgar ilişkisini açıklamaya çalışmışlardır.
Bu meyanda önemli bir olgunun altını çizelim. Müfessirlerimizin geneli, Hz. Süleyman’ın, yine onun isteği ile rüzgâr tarafından bir yerden bir yere taşındığı kanaatindedirler. Yani, Süleyman(a.s) gerekli gördüğünde kendi, mele’si, tahtı ve ordusu dâhil her şey emrine tabi olan rüzgâr ile bir yerden bir yere taşınmaktaydı.
Şimdi altını çizdiğimiz bu önemli hususun İslam tefsir külliyatındaki yansımalarını gösterelim. Bakınız Hz. Süleyman ile rüzgâr arasındaki bu ilişkiyi, Taberî nasıl anlamış: Rivayete göre, Hz. Süleyman'ın tahtadan yapılma bir seccadesi vardı. Memleketini idare etmek için gerekli olan her şeyi onun üzerine yerleştiriyor, sonra rüzgâra emrediyordu. Rüzgâr da onu alıp istediği yere götürüyordu. Kuşlar da onu gölgelendiriyordu.”1
İbni Kesir, Süleyman(a.s) ve rüzgâr ilişkisine; “Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı musahhar kıldık. Rüzgâr onun emriyle mübarek kıldığımız yere “Şam ilkesine” doğru eserdi. Ve Biz, her şayi bilenleriz.” Hz. Süleyman’ın ahşaptan bir halısı vardı. Ülke işlerinden ihtiyaç duyulan her şey; atlar, develer, çadırlar ve askerler onun üzerine konulur, sonra rüzgâra onu taşımasını emrederdi de, rüzgâr o halının altına girer, yüklenir, yükseltir ve onu götürürdü. Kuşlar onu gölgeleyip arzuladığı yere ulaşıncaya kadar sıcaktan korurdu.”2 Şeklinde tefsir yapmaktadır.
Razî, Hz. Süleyman ve rüzgâr ilişkisini şu şekilde yorumlamaktadır: “Cenâb-ı Hakk'ın  'İçine feyz ü bereket verdiğimiz yere" ayetine gelince, bu "Onun emriyle, Beyt-i Makdis'e gitmeye yönelir" demektir. Kelbî şöyle der: "O rüzgâr, üzerinde Süleyman (a.s.) ve ashabı olduğu halde,Istahr'dan Şam'a giderdi.”3
Kurtubî bu ilişkiye şöyle izah getirmektedir: “Onun emriyle bereket verdiğimiz toprağa" yani “Şam'a” hızla götürürdü. Rivayet edildiğine göre rüzgâr onu ve arkadaşlarını istediği yere götürür, sonra tekrar Şam'a geri getirirdi. Vehb dedi ki: Dâvûd oğlu Süleyman meclisine gitmek üzere çıktığı vakit kuşlar huzurunda dururlar. (…) Gaza yapmak istedi mi emir verir, keresteler yere uzatılır, insanlar, hayvanlar, savaş aletleri bu kerestelerin üzerlerine konurdu. Sonra hızlıcaesen rüzgâra emir verir. O da bunları taşırdı. Sonra tatlı ve yumuşak esen rüzgâra emir verir ve bu rüzgâr onu gidişi bir ay, gelişi bir ay süren bir mesafeye kadar götürürdü. İşte yüce Allah'ın: "Biz de emriyle yumuşak olarak istediği yere akıp giden rüzgârı emrine verdik." (Sad, 38/36) buyruğunun anlamı budur.”4
Vehbe Zuhayli bu konuda şunları kaydeder: “Rivayet edildiğine göre Hz. Süleyman'ın (a.s.) tahtadan bir yaygısı vardı. Ülkesinin ihtiyacı olan at, deve, çadır ve asker gibi her şey bu yaygının üzerine konur, sonra rüzgâra bunu taşımasını emreder, rüzgâr da bu yaygıyı taşır ve yürütürdü. Kuşlar ise bunları sıcaklıktan korumak için gölge yaparlar, böylece yeryüzünde Hz. Süleyman'ın (a.s.) dilediği yere gider, yaygı iner ve aletleri yere konurdu (…) Hz. Süleyman'ın (a.s.) emriyle onun istediği yere giden, sonra yine onu mübarek Şam diyarına geri getiren rüzgârı onun emrine vermiş olmasıdır. Rivayet olun­duğuna göre rüzgâr Hz. Süleyman (a.s.) ve ashabını onun istediği yere götürüp getiriyordu.”5
Mehmed Vehbi Efendi ise döneminin gelişen havacılığına istinaden şu yorumlarda bulunmaktadır: "Süleyman aleyhisselama müsahhar kılınan bir rıyhi (rüzgâr) mahsus idi... Yani Süleyman aleyhisselam isterse bütün âlemin rüzgârını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi... Süleyman aleyhisselam bununlabalon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir." Veya "Şam'da sabah taamını yer öğle vakti istahırda bulunur. Öğleden sonra Kabil'e varır orada beytutet ederdi... O rüzgâr emri veçhile istediği yere kürsüsünü ve kürsü üzerinde etbaını ve askerini alır götürürdü."6
Şimdi tefsirlerdeki bu Süleyman ve rüzgâr ilişkisine dair birbirlerinden iktibas edilmiş –bilgisayar diliyle Copy Paste benzeri- olan anlatımları, Kur’an perspektifinden analiz etmeye çalışalım. Müfessirler, Hz. Süleyman’ın savaş yapmak istediği zaman; ordusunu ve savaş gereçlerini, mesela atlı arabaları da dâhil, her şeyi, yere dizilen keresteler veya tahtadan yaygı üzerine çıkardığını bundan sonra rüzgâra verdiği emirle bu orduyu savaşılacak yere intikal ettirdiğini izah etmektedirler.
Şimdi soralım! Kur’an-ı Kerim’in gayb kavramı perspektifinden bu anlatımı analiz ettiğimizde yere serilen tahtadan yaygı veya kerestelerin üzerine çıkan ordu, savaş malzemesi ve bu şekilde rüzgârın onları uçurduğu anlatımlarını nasıl kabul edeceğiz.
Bunları görmüş gibi anlatan; Taberî mi, İbni Kesir mi, Vehb mi, Kurtubî mi, Vehbe Zuhayli mi veya bu şekilde izah yapan diğerleri mi oradaydı, yoksa orada olan birinden mi haber aldılar? Hadi cevap verin hangisi?...
Eğer bunlara Kur’an’ın gayb kavramı perspektifinde sahih addedebileceğimiz bir şekilde cevap veremiyorsanız ki, veremeyeceksiniz; o halde müfessirlerin gaybe dair bu gibi bir esasa dayanmayan indî yorumlarının isabetli olmasının mümkün olmadığını kabul etmemiz gerekmektedir.
Geçtik. “…Sonra hızlıca esen rüzgâra emir verir. O da bunları taşırdı. Sonra tatlı ve yumuşak esen rüzgâra emir verir ve bu rüzgâr onu gidişi bir ay, gelişi bir ay süren bir mesafeye kadar götürürdü…” İzahındaki gidiş-gelişi birer aylık mesafe, neye göre, nasıl hesaplanmıştır. Hz. Süleyman ve ordusunun savaştığı böyle uzak bir mesafe, Hz. Süleyman’ın ülke yönetimindeki mevkiine göre nereye tekabül etmektedir. Bu mesafe veya mesafelerin, tarihsel –coğrafi- karşılığı var mıdır? Mesela Arz-ı Mev’ud coğrafyası, gidişi ve dönüşü bir aylık rüzgar mesafesinin neresine, nasıl tekabül etmektedir?
Anlaşılacağı üzere bütün bunlara doğru cevaplar bulmak Müfessirlerimizin yaptığı indî yorumlarla mümkün değildir. Çünkü müfessirlerimiz, indî yani tamamıyla kendi kısıtlı tarihsel bilgilerine dayanan bir gayretle Süleyman ve rüzgâr ilişkisine açıklamalar getirmeye çalışmışlardır.
Kur’an kıssalarını yorumlarken; Tarih, Coğrafya, Arkeoloji, Jeoloji, Dinler tarihi, v.d bilim veya disiplinlerden de faydalanmak gerekmektedir. Oysa müfessirlerimiz, bu açıdan kısıtlı olan bilgileriyle, kıssaları yorumlamaya çalışmışlar, bundan dolayı da Kur’an kıssalarını tefsir ederken yetersiz kalmışlardır.
Hadi size bu söylediklerimizi Tarihsel/coğrafi manada açacak bir örnek daha verelim. Tefsirlerde, Hz. Süleyman’ın, emrine tabi olan rüzgara, binip-indiği yer hakkında şöyle açıklamalar vardır: “…”Onun emriyle bereket verdiğimiz toprağa" yani “Şam'a” hızla götürürdü. Rivayet edildiğine göre rüzgâr onu ve arkadaşlarını istediği yere götürür, sonra tekrar Şam'a geri getirirdi…”  Müfessirlerimizin tefsirlerinin birçoğunda görülen bu bariz yanlış, biraz önce değindiğimiz ilim veya disiplinler alanındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Hz. Süleyman tarihsel olarak Şam ve civarına hâkim olmuş olsa bile asla Şam’da yaşamamıştır.
Tefsirlerdeki tarihsel/coğrafi anlayışa dair yakın dönem bir tefsirden aldığımız olumsuz örnek bir anlatım daha verelim: “Biz, Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı verdik. Onun istek ve arzusuyla, bol meyveleri, ırmakları ve ağaçları olan Şam diyarına doğru eserdi. Bu bölge onun yerleşme yeri ve karargâhıydı.”7
Bu yanlış coğrafi anlatımların aksine elimizdeki tarihsel verilere göre Hz. Süleyman; Yuşa/Yeşu peygamberin, Allah’ın isteğine göre Arz-ı Mev’ud’da taksim ettiği ve Yahuda sıbt/aşiretine ait olan Yaruşalim8/Kudüs’te yaşamış, İsrailoğullarını buradan yönetmiş ve burada vefat etmiştir. Bu tarihsel/coğrafi hususu elimizdeki en sahih tarihsel ve dini veri olan Tevrat’taki ifadeler ile örneklendirelim: “Bundan sonra Süleyman Givon'daki tapınma yerinden, Ohel Moed/Miskan/Buluşma Çadırı'ndan ayrılıp Yeruşalim'e (Kudüs) gitti. İsrail'i oradan yönetti.”9 “Saba (Sebe) Kraliçesi, Süleyman'ın ününü duyunca, onu çetin sorularla sınamak için Yeruşalim'e (Kudüs) geldi. Süleyman kırk yıl süreyle bütün İsrail'i Yeruşalim’den (Kudüs) yönetti. Süleyman ölüp atalarına kavuşunca babası Davut Kenti'nde (Kudüs) gömüldü. ”10
Şam11 nere?… Kudüs12 nere?..  Hiç alakası olmayan bir yer ile Hz. Süleyman’ı bağdaştırmak herhalde yukarıda sıraladığımız tarihsel bilgilerden ve en önemlisi Kur’an kıssalarını mufassallaştırmada sahih bir metod geliştirememekten kaynaklanmaktadır kanaatindeyiz.
Bu söylediklerimizi Süleyman(a.s) konusuna dair ilk yazımızdaki; Süleyman-Rüzgar ilişkisi ve cahiliye dönemi Arap nüzul ortamına dair anlattıklarımızla bir kıyaslayın bakalım!.. Doğru mu söylüyoruz yoksa yanlış mı?
Kur’an’ın, Süleyman kıssasını; nüzul ortamı bilgileri üzerine yani Tevrat bilgileri üzerine örtüştürüp sahih bir anlayış geliştiremeyenler, bakınız nasıl aslı esası olmayan bir anlamda –acı bir gerçek ama bu tespiti izhar etmemiz gerekmektedir- uyduruk(!) indî rivayetler anlatmaktadırlar. Kim görmüş Süleyman’ın rüzgârı kullanmasına dair yaptıklarını? Kim aktarmış bu ayrıntıları?  Bunların cevabı yoktur. Bulmamız da imkânsızdır. Her bir alttaki! müfessir, bir önceki müfessirden –bunun söylediği veya yazdığında bir hikmet vardır yada bu Allah dostu/Evliyasıdır kabulü ile bir şekilde (keramet gibi) Allah’tan bu hususta bilgi edinmiştir anlayışıyla olsa gerek- alıntı veya aktarmalarla konuyu adeta geçiştirmiştir.
Hadi son bir örnek daha verelim de konuyu pekiştirelim. Günümüz meallerinden bir tanesinde Süleyman(a.s)’ın yaşadığı, dolayısıyla rüzgâr ile gidip-geldiği yer nasıl verilmektedir: “Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı (boyun eğdirdik); (rüzgâr) onun emriyle içinde bereketler kıldığımız yere (Şam’a) akıp giderdi.”13 Gördünüz mü tefsirlerdeki yanlışlar! muhtasar vasfı altında Meallere bile yansıtılmaktadır.
Toparlarsak; Hz. Süleyman ile ona, Cenabı Hakk tarafından tahsis edilen rüzgâr ilişkisine dair İslam tefsir kaynaklarında yapılan efsanevi tarzdaki indî nitelikli yorumları sahih olarak addetmemiz mümkün değildir.
Bu yorumlar, müfessirlerin, Kur’an perspektifini gözetmeden, tamamen kendi dar tarihsel ve coğrafi bilgileri vechesinde geliştirdikleri indî bir takım efsanevî/usturi özellik taşıyan yorumlardan oluşmaktadır.
Hz. Süleyman kıssasını, özelde Süleyman(a.s) ve rüzgâr ilişkisini, Kur’an’ın, Süleyman kıssası nüzul ortamı bilgileri olmadan dolayısıyla Tevrat verilerine dayanmadan sahih olarak mufassallaştırmak dolayısıyla kâmil manada anlamak mümkün olamayacaktır.
Bir sonraki yazımızda bu konuya “Hz. Süleyman ve rüzgâr ilişkisine Tevrat verileri açısından yaklaşmak” başlıklı yazımızla devam edeceğiz. İnşaallah.

Dipnotlar:
Ebu Cafer Muhammed B.Cerır Et-Taberı, Taberi Tefsiri, c. V, s. 544.
İbni Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. III, s.1479.
3 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XVI, s. 195.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XI, s. 542.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c. IX,  s. 93.
Mehmed Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, Cilt. XI-XII, s. 241.
7 Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, c. IV, s. 96.
“Eski İbrani paralarında Yerushalayim olarak geçen isim, Aramice Yerushlem, Süryanice Urishlem ve Asurca Urusalim şekillerinde geçmektedir.” M. A. M. , “Jerusalem “, The Jewish Encyclopedia, Newyork, Vol. VII, s 119;  Muammer Gül, Kudüs ve tarih içinde aldığı isimler, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 306.
Tevrat/II. Tarihler1/3.
10 Tevrat/II. Tarihler9/1,37.
11 “Arapça'da tam olarak Dimashq Ash-Shām (دمشق الشام) denir. Genelde Dimashq kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar Ash-Shām tercih ederler. Ash-Shām Arapça'nın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye'ye Bilād ash-Shām (بلاد الشام) demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos (Δαμασκός)'dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)'de Darmeśeq (דרמשק) = İyi sulanmış yer'den gelmektedir. M.Ö 14 yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir. Çok sayıdaki ilçelerinin adları hala Aramicedir.” http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eam; Şam ile Kudüs arasındaki mesafe kuş uçuşu 220 Km’dir. Bakınız: Google Earth/Araçlar/ Cetvel.
12 “Memluklular döneminden itibaren kullanıldığını gördüğümüz Al-Kuds ya da el-Kudsu’ş-Şerif isimleridir. Ancak hemen şunu belirtelim ki, Kudüs kelimesi de çok eskilere dayanmaktadır. Al-Kuds, Aramice Kudsha kelimesinden müştak olup, Karra Kudsha kutsal yerin şehri manasına gelmektedir” Muammer Gül, Kudüs ve tarih içinde aldığı isimler, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 309.
13 Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, s. 327, Hayrat Neşriyat. 



Hz.Süleyman ve Rüzgar İlişkisini Mufassallaştırmada Neden Tevrat Verileri
12/07/2011 - 10:45

Cengiz Duman

Kur’an-ı Kerim’in, Süleyman kıssasını anlatan çeşitli ayetlerinde, Süleyman ve rüzgâr ilişkisine şöyle değinilir: “Süleyman'ın emrine de kasırga/fırtına (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz.”1 “Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik”2 “Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.”3
Cenabı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Süleyman’ı, rüzgâr ile desteklediğini belirttiği halde Hz. Süleyman’a verilen bu rüzgâr desteğinin mahiyeti hakkında açıklama yapmamıştır. Yani Kur’an-ı Kerim; “Süleyman'ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi…” Derken, buradaki esme faaliyetinin ne için ve ne amaçla olduğuna; bereketli yerlerin nereleri kapsadığına dair bir açıklama yapmamıştır. Hızını “…Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgâr…”la diye tarifettiği halde Süleyman’ın bu hızdaki rüzgârdan ne şekilde yararlandığını beyan etmemiştir.
Kur’an’ın genelde tüm kıssalarında, özelde ise konumuz olan Süleyman-rüzgâr ilişkisini beyan eden kıssasında olduğu gibi kısa/öz/mücmel ifadeler bize ne ifade etmektedir. Yani Kur’an, Süleyman-rüzgâr ilişkisini neden mufassal olarak vermemiştir?  Bunun cevabını bulmak gerekmektedir.
Neden bu cevabı bulmak gerekmekte? Çünkü bu kıssayı içselleştirmekte önümüzde iki yol vardır. Ya Süleyman-rüzgâr ilişkisini anlatan kıssadaki; Allah’ın Hz. Süleyman’a bahşettiği rüzgâr mucizesini ona has kılarak ders alacağız. Ya da hem böyle olduğunu hem de onun yaptığı gibi genel hazırlığı yapıp ondan sonraki desteği Allah’tan beklememiz gerektiği dersini çıkaracağız. Dolayısıyla Süleyman’a bahşedilen destek kadar olmasa bile Cenabı Hakk’ın bizleri de destekleyeceği mesajını içselleştirmiş olacağız.
Şayet Süleyman-rüzgâr ilişkisini anlatan kıssayı doğru mufassallaştırırsak Süleyman(a.s)’ın, Allah’ın desteğini kazandığı, gayretinin aynısı veya benzeri çabaları bizlerde göstermiş/göstermeye çaba sarf etmiş olacağız. Böylece kıssanın mufassallaştırılmasının önemi de ortaya çıkmış olacaktır. Süleyman kıssası veya Kur’an kıssalarını mufassallaştırma, sadece tarihsel bir vakıanın gerçekliği açısından onu gündem etmek olmamalıdır. Asıl gaye bu gerçek/vakilik, bizlere uygulamamız/yaşamamız gereken metodu göstermelidir.
Hz. Süleyman’la ilgili “Hz. Süleyman -Rüzgâr Bağlamı ve Nuzül Ortamı-“ başlıklı ilkyazımızda şu kanaate varmıştık. “Hal böyle olunca mezkûr ayetlerde geçen rüzgâr ile Hz. Süleyman arasındaki mücmel olarak beyan edilen ilişkinin mufassallaştırması, Kur’an’ın muhataplarına bırakılıyor demektir. Neden? Çünkü Kur’an, bilinmeyen bir kıssayı veya onun içerisinde bahsi geçen bilinmeyen konuları anlatmamaktadır. Peki soralım! Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası, Kur’an inmezden evvel biliniyor muydu? Buna cevabımız evet! olacaktır.”4
Şayet Kur’an, bilinen bir kıssayı anlatıyor ise ki, muhakkak öyledir. Kur’an kıssalarının vakiliği/gerçekliği üzerine aykırı tezler ortaya koyan Halefullah bile bu gerçeği kabul eder: “Bu Kur’an kıssaları ya bilinenlere işaret etme veya çevrenin bildiği ve hiçbir şekilde yabancısı olmadığı olaylara kısaca atıflar biçimindedir. (…) Kur’an’daki bu kıssa öğelerinin, bilinenler üzerinde hareket ediyor olması bizim görüşümüzü desteklemektedir. Tanınan ve meşhur olan şahsiyetler ile o çevrede yaygın olan olaylar, Kur’an’da en fazla kullanılan kıssa öğeleridir ve bunun aksine bilinmeyen olaylar ile tanınmayan şahsiyetler fazla kullanılmamıştır. (…) Yukarıdaki olgulardan da açıkça anlaşılacağı üzere Kur’an’ın metodu; kıssayı Arap coğrafyasından veya Arap mantalitesinden aldığı unsurlar üzerine bina etmekten ibarettir. Bunun amacı, kıssaların muhataplar üzerinde derin etkiler bırakmasını sağlamak, bilinen ve tanınan, olağan olay ve kişilerden, bilinmeyen ve yabancı fikir ve düşüncelere varmaktır.”5
Kur’an bilinen olgulardan bahseden kıssalar vazetmiş ise o halde bu bilinen kıssa olguları nereden Arap toplumuna girmiş ve mal olmuştur? Hemen cevap verelim. “Süleyman kıssası; hem Kudüs ve civarını hem de Sebe kavmi ve Melikesi nedeniyle Yemen ve civarını konu alan bir kıssadır. Dolayısıyla bu bölgeler ile ticaret seferleri dolayısıyla sosyal ve kültürel iletişim kuran Mekke ve Medine Arapları, ister istemez Süleyman kıssası ve konularından haberdar olmuşlardır.”6
Bunun ikinci ana sebebi “…Medine’de yaşayan Yahudi Arap kabilelerinden dolayıdır….”7Dolayısıyla “Hicaz bölgesi müşrik Arapları gerek Hicaz ötesi ticaret yoluyla gerek Yahudi olan Medine Arapları ile etkileşimleri neticesi, Süleyman(a.s) ve onun hayatı ile ilgili bilgi sahibi idiler.”8
            Esasen Hicaz bölgesi müşrik Arap toplumlarının bu iki bilgilenme yolu da tek bir noktada birleşir. O da Tevrat’tır. Peki, Kur’an, Tevrat’ta anlatılan Süleyman kıssasını neden bir daha anlatmaktadır? Çünkü Kur’an, hiç bilinmeyen, yeni bir Süleyman kıssası değil, geçmiş kitaplardan biri olan Tevrat’ın, muharref hale gelen –rayından çıkartılan- kıssasını, tevhidi açıdan hidayet, öğüt ve ibret olması -rayına! koymak- için beyan etmektedir.
Kur’an-ı Kerim, Tevrat’tan bir cüz olan kıssalarındaki tahrifat olgusunu ve Kur’an’ın bunları tashih/düzeltmesini şu şekilde beyan etmektedir: “Onların bir kısmı var ki, Allah'ın kelamını dinleyip anladıktan sonra onu bile bile tahrif ediyor."9 "Ey Ehl-i Kitap: Resulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi açıklamak üzere geldi..”10 Yani Cenabı Hakk, Mekke veya Medine müşrik Araplarınca bilinen fakat tevhidi açıdan ele alınıp öğüt ve ibret nazarıyla yaklaşılmayan Süleyman kıssasını, onların nazarına, Tevhid ve hidayet açısından koyarak ders vermek amacıyla Süleyman(a.s) kıssası ve diğer kıssaları beyan etmektedir.
Şimdi can alıcı soruyu soralım! Süleyman-rüzgâr ilişkisini mücmel olarak bildiren Süleyman kıssası; Kur’an-ı Kerim inmezden evvel inmiş kitaplardan biri olan Tevrat’ta da yer alıyorsa ne yapmamız lazımdır? İşte size okkalı! Bir soru….  Hadi cevap verin!...
            Bazı okurlarımızın, yazılarımız formlarına yolladıkları yorumlardan aktaralım: “…Tevrat ne zamandan beri dinin ve Kur'an'ın anlaşılmasında esaslı (hatta esas) bir kaynak oldu? Anlayış değişti de bizim haberimiz mi olmadı?!...” “…kardeşim, kur an uçuyor diyorsa uçuyor... Sen Tevrat değil de başka kapı bul…” Eğer sizler de böyle bir olumsuz cevap veriyorsanız biz size söyleyelim Süleyman ve rüzgâr ilişkisini mufassallaştırmada “ayazda kaldınız”(!) demektir.
            Yeniden soralım ve düşünelim. Kur’an’ın mücmel/öz/kısa olarak vazettiği bir olayın detayını nereden, nasıl, hangi metodla öğrenebiliriz. Cevap verelim ve bu arada kıssaların mufassallaştırılarak doğru/sahih anlaşılmasında bir metod ittihaz etmeye çalışalım.
Kur’an’ın mücmel/kısa/öz olarak anlattığı kıssaların mufassallaştırılmasında tek ve sahih yol Tevrat ve İncil verilerinden yararlanmaktır. Bu neden böyledir? Çünkü Kur’an’ın iniş sebebi geçmiş kitaplardan olan Tevrat ve İncil’in muharref hale gelmesi yüzündendir. Kur’an’ın geliş/iniş amacı; yepyeni bir din getirmek değil, muharref olan dinin yazılı vesikaları Tevrat ve İncil muhtevası içerisindeki tevhid ve hidayete dair muharref temaları tashih etmektir. Bu nedenle Kur’an bu iki kitapta olan aynı kıssalardan bahseder ve onlardaki sapmaları tashih eder düzeltir.
İşte bu sebeple İncil ve Tevrat’ta yer alan Kur’an’a muhalif olan kısımları dolayısıyla tevhidi sapmaları tecrit ederek diğer zararsız muhtevayı, Kur’an kısaslarının mufassallaştırmasında kullanabiliriz. Esasen Kur’an’da yer alan kıssaların genel olarak kısa/öz/mücmel olarak beyan edilmesi de bu yüzdendir. Çünkü mufassal açıklamalar geçmiş bu kitaplarda mevcuttur.
Binaenaleyh Süleyman-rüzgâr ilişkisi hakkında mufassal malumatı Kur’an perspektifinde Tevrat verilerinden almamız gerekmektedir. Bu yüzden Tevrat’ta anlatılan Süleyman-rüzgâr ilişkisine dair anlatımlara göz atmamız, bunları Kur’an kıssasındaki verilerle örtüştürmemiz gerekmektedir.



Not: Her ne kadar bir evvelki yazımız sonunda “Hz. Süleyman ve rüzgâr ilişkisine Tevrat verileri açısından yaklaşmak” başlıklı bir yazı ile devam edeceğimizi belirtmiş isek de okurlarımızdan gelen yorumlar üzerine genelde Kur’an kıssalarını mufassallaştırmada özelde ise Süleyman-rüzgâr ilişkisini mufassallaştırmada neden Tevrat verilerinin tercih edilmesi gerektiğini açıklayan böyle bir girizgâh yazı ile devam etmeyi istedik. Bir sonraki yazımızda Hz. Süleyman ve rüzgâr ilişkisine Tevrat verileri açısından yaklaşmak” başlıklı yazı sözümüzü yerine getireceğiz. İnşaallah.



Dipnotlar:

1 Kur’an/21Enbiya/81.
Kur’an/34Sebe/12.
3 Kur’an/38Sad/36.
4 http://www.haksozhaber.net/hz.-suleyman-ruzgar-baglami-ve-nuzul-ortami--21542yy.htm
5 Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.267-268.
6 http://www.haksozhaber.net/hz.-suleyman-ruzgar-baglami-ve-nuzul-ortami--21542yy.htm
7 http://www.haksozhaber.net/hz.-suleyman-ruzgar-baglami-ve-nuzul-ortami--21542yy.htm
8 http://www.haksozhaber.net/hz.-suleyman-ruzgar-baglami-ve-nuzul-ortami--21542yy.htm
9 Kur'an/2Bakara /75.
10 Kur'an/5Maide /15.


(YENİ) Hz. Süleyman ve Rüzgâr İlişkisine Tevrat Verileri Açısından Yaklaşmak
20/07/2011 - 08:03

Cengiz Duman
Giriş:
Hz. Süleyman ve Rüzgâr ilişkisine dair yazdığımız yazılarda, Hz. Süleyman-Rüzgâr ilişkisinin Kur’an-ı Kerim’de yer alan üç sure içerisindeki sadece üç ayette beyan edildiğini, dolayısıyla konunun Kur’an tarafından mücmel/kısa/öz olarak aktarıldığının altını çizmiştik.
Bunun sebebinin, Kur’an inmezden evvel Mekke ve Medine toplumlarının alt yapısı/arka planında bulunan malumat yüzündendir demiştik. Çünkü Kur’an bilinmeyen olaylara ait kıssaları değil bilinenlere dair kıssaları anlattığını vurgulamıştık.
Kur’an, bilinen olaylara ait özellikle de konumuz olması bakımından Mekke ve Medine Araplarının yaz ve kış seferlerini yaptıkları Kudüs ve Yemen civarı tarihsel olaylarını kapsayan ayrıntıları ve Tevrat’ta uzun uzadıya anlatılan Süleyman kıssasının bilinmemesi mümkün değildir.
Ancak şöyle sorulabilir, bu bilgi, Kur’an noktai nazarından yeterli midir? Hayır? Neden? Çünkü Süleyman kıssası; tevhid ve hidayet ekseninden çıkarılarak aşk, hâkimiyet, mal-mülk, şöhret ekseninde efsanevileştirilerek bu yönlerde insanları motive eder hale gelmişti. Bilhassa Müşrik Araplar açısından, Süleyman-Belkıs aşkı eksenli efsanevi anlatımlar olarak algılanması mümkün görülmektedir.
İşte Kur’an, gerek kendinden evvel inen Tevrat metinlerinde bulunan gerekse Müşrik Arap toplumu kültürel alt yapısında mevcut olan bu muharref hale gelmiş kıssayı yeniden ve tevhidi doğrultuda hidayet amaçlı olarak beyan eder.
Kur’an bunu yaparken şu hususları kale almaktadır. Bu kıssa Mekke-Medine Arap toplumlarınca bilinmektedir. Bu bilginin kaynağı olan Tevrat, Kur’an’ın tasdik ettiği ancak aynı zamanda tashih ettiği bir kitaptır. Tevrat’ı nazarı dikkate alan Ehl-i Kitab harici Müşrik Arap unsurlar da yaptıklarıticaret seferleri ve Medine Yahudileri ile sosyal ilişkilerinden edindikleri kültürel malumat ile bu kıssadan haberdardırlar.
Dolayısıyla bilinen bir olayı kıssa eden Kur’an-ı Kerim, tasdik ettiği kitabın içindeki Süleyman kıssasını hiç kale almayıp ve hatta reddetmeyip anlatmakla onu tasdik ettiğini gösterir. Buna mukabil Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası ile Tevrat kıssası arasındaki anlatımdaki farklılıklar, Kur’an’ın, Tevrat’taki tahrif edilen hususları tashih ettiğini izhar eder.
Açalım. Tevrat’ın Süleyman kıssası ile Kur’an’ın Süleyman kıssasının benzer olması; aynı resuller silsilesini, benzer biyografileri konu etmesi Kur’an’ın Tevrat’ı tasdikidir. Kur’an-ı Keri’deki Süleyman kıssası muhteviyatında yer alan; Süleyman(a.s)’ın, Davud(a.s)’un oğlu olması, İsrailoğullarından biri olması, yönetici/Kral olması, Hükümler vermesi, Sebe melikesi ile diyaloğu, vb hususlar buna örnek verilebilir.
Peki, Kur’an’ın, Tevrat’ı tashih etmesi nasıl oluyor? Tevrat’taki Süleyman kıssasında yer alan ve tevhidi sapmaya dair çok çarpıcı bir örnek vererek bu konuyu delillendirelim. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim, neden Süleyman kıssasını yeniden beyan etmiştir, daha iyi idrak etmiş olalım.
Tevrat’ta, Süleyman(a.s) hakkında yapılan şu tasvir, Tevrat’ın muharref tevhidi yapısını dolayısıyla yanlış olan peygamberliğin ismet anlayışını izhar etmesi açısından çok ilginçtir. “Süleyman'ın Kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar. Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı Rab'be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar'ın tanrıçası Aştoret'e ve Ammonlular'ın iğrenç ilahı Molek'e taptı. Böylece Rab'bin gözünde kötü olanı yaptı, Rab 'bin yolunda yürüyen babası Davut gibi tam anlamıyla Rab'bi izlemedi.”Gördünüz mü? Kur’an-ı Kerim, Tevrat’taki tevhidi sapmayı/tahrifatı nasıl tashih ediyor? Bu tashihi; Süleyman yoktur, Kral değildir, Davud’un oğlu da değildir, İsrailoğullarından da değildir, Kudüs’te yamamıştır, Sebe yöneticisi ile görüşmemiştir, diyor mu? Demiyor!.. O halde Kur’an, Tevrat’ı, dolayısıyla Tevrat’taki Süleyman kıssasını tasdik ediyor, değil mi?
Bu verdiğimiz örnek, aynı zamanda Kur’an kıssaları ile Tevrat veya İncil kıssaları arasındaki bağlantıyı vermektedir. Kur’an-ı Kerim, Tevrat ve İncil’de zikredilen kıssaların benzerlerini zikretmekle yeni bir din inşa etmemektedir. Bozulan muharref hale gelen dinin, kitapları, dolayısıyla içindeki muharref kıssalarını yeniden eski haline, tevhidi ve hidayet eksenli asli yapısına irca etmektedir. “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik.”2
Kur’an’ın anlattığı Süleyman kıssası ile Allah; Tevrat’ta da anlatılan Süleyman kıssasından detaylıca haberdar olan Ehl-i Kitab’a –Yahudi ve Hıristiyanlar- beyninizde Süleyman ile ilgili ne varsa atın öylece Kur’an’a mı gelin diyor yoksa Kur’an’ın farklı anlattığı hususları –Tevhidi ve hidayet eksenli- düzeltin mi diyor. Bir düşünün bakalım!..
Kur’an şöyle demiyor değil mi? Kur’an geldi dolayısıyla ey Ehl-i Kitab bilginizde, dağarcığınızda Süleyman’la ilgili ne varsa silin atın yalnızca Kur’an kıssalarında anlatılanları kale alın! Böyle mi diyor yoksa şöyle mi? “Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf ede geldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.”3 “Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.”4
Şimdi can alıcı bir soru soralım. Kur’an’ın Süleyman kıssası ile Tevrat’ın Süleyman kıssası arasında tarihsel ve anlattığımız veçhede –Tevrat’ı tasdik ve tashih etme- dini bir bağlantı yoksa Neden Hz. Muhammed yeni kıble emri gelinceye kadar Kudüs’e dolayısıyla Hz. Süleyman’ın Rabb’i için inşa ettiği mabede doğru namaz kılmıştır? Kudüs’ün dolayısıyla Süleyman mabedinin ilk kıble olması, bu mabedin kurulma aşamaları, bu mabedi kuran, o toprakları ele geçirenlerle ilgili malumat nerede yer almaktadır?
Demek ki, Kur’an’ın Süleyman kıssası mücmel anlatımlarını Tevrat’ın, Kur’an perspektifindeki verileri ile mufassallaştırabiliriz. Bu metodda hiçbir tevhidi sakınca yoktur. Yeter ki, sınırlarını iyi çizebilelim. Kadim İslam külliyatında yer alan Tevrat ve Kur’an eksenli, boşluklar! dolduran “İsrailiyat”a dalmayalım. Kur’an’ın gaybi sınırlarını aşan ve “gaybı taşlamaktan” öte bir işe yaramayan lüzumsuz! merviyat icat etmeyelim. Bu hususta “Süleyman-Rüzgâr İlişkisinin İslam Tefsirlerindeki Yansımaları”5 başlıklı yazımıza bakarsanız bunların örneklerini görmeniz mümkün olur. 
Kur’an’ın Süleyman-Rüzgâr ilişkisi ayetleri:
Hz. Süleyman’ın, Rüzgâr ile ilişkisini beyan eden Kur’an-ı Kerim ayetleri nüzul sırasına göre şöyledir: "Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen Rüzgârı Süleyman 'in buyruğu altına verdik."6  “Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli Rüzgârı, Onun buyruğuna verdik..."7 "Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden Rüzgârı verdik."8
Nüzul sırasına göre verdiğimiz bu ayetlerin ilki olan Sebe suresindeki Rüzgâr anlatımında; Hz. Süleyman’ın emrindeki Rüzgârın sürati bildirilmektedir. Hal böyle olunca bu süratli Rüzgâr ile Süleyman(a.s) arasında maddi bir ilişki kurmak gerekmektedir. Yani bu süratli Rüzgâr ile Süleyman ne yapıyor, nasıl yapıyordu? Yani Süleyman’ın emrine musahhar Rüzgâr ifadesi neyi kapsamaktaydı? Bunun tarihsel detayı ayet içerisinde yoktur.
Devamındaki nüzul sırasına göre ikinci sırada inen açıklamada ise ilk inen ayetteki Rüzgârın sürati, öz bir ifade ile tasvir edilmektedir. Buna göre "…Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen Rüzgâr….”ifadesi; “…Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli Rüzgâr…” olarak daha belagatli bir tasvire dönüşmekte buna mukabil bu şiddetli rüzgar ile ne yapıldığına dair hafif bir temas veya ihsas da bulunmaktadır. Dolayısıyla ayetin devamındaki “…Bereketli kıldığımız yere doğru…” ifadesi, Hz. Süleyman’ın, Rüzgâr ile ne yaptığına hafif bir açıklık getirmektedir ancak bu kafamızdaki sorulara cevap vermesi açısından yeterli değildir.
Kur’an’da serdedilen Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair mücmel tarif ve tasvirler bu hususta bilgisi olanlar için mesela Yahudi ve Hıristiyanlar veya bugün kültürel olarak tefsirlerde yer alan bilgilerin sahibi olanlar için Hz. Süleyman’ın gücünün Allah tarafından ihsan edildiğini ihsas veya buna dair atıf vardır. Böylece güç ve kudret timsali olarak beşeri ilahlık! vasfı kazandırılan/kazandırılabilecek Süleyman(a.s)’ın her şeyinin, Cenabı Hakk’ın tasarrufu ile gerçekleştiği bildirilerek, Tevhidi anlamda mesaj iletilmektedir. Güç Süleyman’da değil onun Rabb’indedir.
Cenabı Hakk, bütün bu mesajları, Tevrat’ta yer alan tüm verileri aynen tekrar ederek değil, kritik noktalardaki belagat ve icazat dolu mücmel açıklamalarla yapmaktadır. Kur’an kıssalarındaki ve özelde Süleyman kıssasındaki mücmellik bu vasıftadır diyebiliriz. Yani Kur’an’ın mücmelliği, Tevrat veya İncil detayları ile birleştirilmelidir. Şimdi şöyle izah edelim. Cenabı Hakk, Kur’an’daki, Süleyman kıssasında Tevrat’ta olduğu gibi gemilerden, Hiram’ın yardımından, gemilerin gittiği bölgelerden, gelen mallardan detayları ile bahsetmemektedir. Bütün bunları kapsayan belagat ve icazat dolu üç ayetteki mücmel ifadelerle bunu yapmaktadır.
Kur’an’ın bu mücmelliği, Tevrat’taki tafsilatlı veriler ile örtüştürüldüğünde Kur’an’ın mücmel ifadeleri mufassal hale dönecektir. Dolayısıyla Kur’an’ın, kıssalar hususundaki  mücmellik uygulaması; hem İslam’ın geçmişten itibaren gelen bir din olduğunu hem bu dinin kitapları olan Tevrat ve İncil’in devamı olarak geldiği algısını ve iddiasını pekiştirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki mücmellik, aynı zamanda Kur’an’ın geliş amacının, yeni bir din getirmek olmadığını, geçmiş kitap ve resullere dayanan çizginin, onları destek ve tashih eden son halkası bir kitap olduğun ifşası olarak anlaşılmalıdır. “..”Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.”9 “O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.”10
Son inen ayette ise Süleyman’ın emrine tabi olan Rüzgâr olgusunun altı çizilmektedir. Rüzgâr tamamen Süleyman’a tabidir. Bu ifade aynı zamanda Süleyman-Rüzgâr ilişkisinin bir mucize olduğunu beyan etmektedir. Süleyman’ın emrindeki Rüzgâr; ister Süleyman’ın direk sözlü emri ile isterse Cenabı Hakk’a duası sonrası onun isteğini yerine getirsin kabul edelim mucize olması açısından fark etmez. Çünkü bu olağanüstü bir olaydır. Mevdudi bunu şöyle tefsir etmektedir: “Rüzgârın ona boyun eğdirilmesi konusuna gelince, bu Allah'ın lütfu ile Rüzgârın yönünün hep Süleyman'ın (a.s) gemilerinin gideceği yöne esmesi -ki, o dönemde gemiler tamamen rüzgâra bağlı olarak hareket ediyorlardı- anlamına gelebilir. Fakat 81. ayette geçen "Onun emriyle eserdi" ifadesini zahiri anlamda olduğu gibi kabul etsek de bir sakıncası yoktur. Çünkü Allah, kullarından dilediğine böyle güçler verebilir.”11
Yeryüzünde normal bir vakıa olarak, Hz. Süleyman’a tahsis edilerek onun isteği ile Rüzgâr’ın vazife icra etmesi gibi bir başka vakıa bize bildirilmemekte veya gerçekleşmemektedir. Dolayısıyla ağzı, kulağı olmayan bir varlığın –Rüzgâr- bir insan isteği ile hareketi her halükarda mucize olarak kabul edilmesi gereken bir olay olmalı/anlaşılmalıdır.
Buradaki anlatımda önemli olan Rüzgârı Süleyman’ın emrine veren ve ona ticaret yollarını açan Allah’ın varlığının hissedilmesi ve görülmesidir. Eğer Allah’ın dahlini alıp! ya da göz ardı edip, yerine sadece Süleyman’ı ve yaptıklarını korsanız o takdirde tevhidi çizgi dışına çıkarsınız ki, Süleyman bir put! haline dönüşür binaenaleyh Müşrik Arap toplumundaki kültürel Süleyman kıssası algısı bu şekle dönüşmüştür.
İnsanların bir işe başlamadan o işi yapmadan gerçekleştirmesi gereken ilk eylem “inşallah/Allah dilerse” sözü olmalı değil midir? Sadece bunu söylemek bile Allah’ın, yaptığımız işlere dahlini kabul ve göstergesi değil midir?
Süleyman(a.s)’a özellik arz eden Rüzgâr’ın tahsisi, bir mucize ve ona dayanılarak yapılan veya gerçekleşen işlerin de Allah’ın sayesinde olduğu gerçeği aynı zamanda işe başlamadan yapılan “İnşaallah/Allah dilerse” sözü ile başlamanın olumlu bir getirisidir.
Kur’an’ın bize Süleyman-Rüzgâr kıssası ile verdiği mücmel anlatım bir yere kadar gelip orada durmaktadır! Neden? Çünkü Rüzgâr mucizesinin nasıl gerçekleştiğine dair detaylı malumat bildirilmemiştir. O halde ne yapalım? Bu, Süleyman’a verilen bir mucize deyip hiçbir detay düşünmeden kabul edip geçelim mi? Yoksa Cenabı Hak bu olayı kısa anlattığına göre bunun detayları olmalıdır diye akletmeyelim mi?
Ya da Kur’an’ın inişi sırasında veya şimdi de Yahudi veya Hıristiyan biri iseniz ya da dolaylı olarak –Mekke-Medine Araplarının ticaret seferlerinde öğrendiği kültürel malumat gibi- Süleyman(a.s) ile ilgili etraftan malumat sahibi olmuşsanız, Kur’an’ın anlattıkları vechesinde bu bilgilerinizi örtüştürmeyecek misiniz?
Eğer böyle yapmazsanız, kadim tefsirlerdeki gibi uçan tahta yaygı üzerinde gerçekleşen mucize yorumlarını kabul etmek zorunda kalırsınız ki bu yorumlar, Kur’an’ın gayb perspektifinden bakıldığında yanlış olan yorumlardır.
Hadi bir tez olarak sunduğumuz şu görüşümüzü bir değerlendirin ve kendinize bir sorun! Kur’an’dan evvel nazil olan Tevrat’ta ve Mekke-Medine Arap toplumundaki kültürel arka planda var olan detay malumatın üzerine mücmel/kısa/öz olarak inzal etmekle, Kur’an perspektifinde, Tevrat veya diğer tarihsel veriler ile mufassallaştırılmasını mı ihsas etmiştir?
Biz bu son tezin, Kur’an perspektifinden doğru olduğu kanaatindeyiz. Bundan ötürü Kur’an’ın mücmel olarak bildirdiği, Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair kıssayı, elimizdeki en eski tarihsel ve dini bir metin olan Tevrat verileri ile örtüştürerek mufassallaştıracağız.
Tevrat kitaplarında Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair veriler:
Tevrat, Kur’an-ı Kerim’deki Süleyman kıssasının kısa/mücmel beyanına nazaran; Süleyman kıssasını tarihsel bağlamda ve detaylarıyla anlatmaktadır. Yani Tevrat; Süleyman öncesi babası Davut(a.s) zamanından başlayarak, kronolojik düzende, biyografik tanımlamalar, coğrafi tarifler, etnik ve sosyolojik perspektiflerle kıssayı uzun uzadıya bildirmektedir.  
Otuz dokuz ayrı kitaptan oluşan Tevrat’ın; I.Krallar ve II. Tarihler, kitaplarında Hz. Süleyman’ın gemileri, bu yolla yaptığı ticareti, bu ticaret seferlerinin uzunluk/süreleri, gemi limanları ve gemilerde çalıştırdığı insanlar hakkında tarihsel bilgiler verilmektedir.
Kur’an, Hz. Süleyman’ın yöneticiliği/Krallığı hakkında “Melike: mulûke / Hükümdarlar / yöneticiler / Krallar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.”12 gibi mücmel/kısa beyanı sunarken zaten Tevrat’ta var olan şu coğrafi ve sosyal, tarihi perspektifi kale almaktaydı. “Süleyman, Fırat Irmağı'ndan Filist'e(Filistin), oradan Mısır sınırına kadar bütün ülkelere egemendi. Bu ülkeler Süleyman'ın yaşamı boyunca ona haraç ödeyip hizmet ettiler (….) Tifsah'tan Gazze'ye kadar, Fırat Irmağı'nın batısındaki bütün krallıkları Süleyman yönetiyordu. Her tarafta barış vardı.”13“Süleyman'ın İsrail'de on iki bölge valisi vardı. Bunlar kralın ve sarayın yiyecek içecek gereksinimini karşılardı. Her vali yılda bir ay bu gereksinimleri karşılamakla yükümlüydü.”14
Anlaşılacağı üzere sınırlarına kadar Süleyman Krallığının hâkimiyet alanı ve yönetim şeklini; ülkenin iktisadına dair hususları ayrıntıları ile anlatan Tevrat’taki Süleyman kıssasının bu verilerini Kur’an tekrar etmemiştir. Dahası dili! Tevrat’ınki gibi tarihsel, düz ve soğuk! değil bilakis Tevrat verilerini de kapsayacak belagat, fesahat içeren icazat dolu anlatımlardır.
Sebe Melikesinin Kur’an’daki şu ifadesi buna delil değil midir? “Melike: “mulûke”/Hükümdarlar/yöneticiler/Krallar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar.” Bu ifade içerisinde Süleyman’ın Krallığının gücüne dair her türlü anlatım büyük bir icazatla yer almaktadır. Yani biz,  bu mezkûr ayeti, Tevrat içerisindeki Kur’an perspektifinde tüm tarihsel beyanlar ile birlikte örtüştürebilir ve Kur’an’ın bu mezkür ayetinin bu anlatımların hepsini içerdiğini, bunun Tevrat’ı tasdik ettiğini söyleyen Kur’an için bir tezat teşkil etmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Neden böyle coğrafi ve sosyal bir tespit ile başladık. Çünkü Kur’an’ın, Süleyman kıssasında, Süleyman(a.s)’ın hâkim olduğu coğrafya ve buranın iktisadi durumu hakkında geniş bir bilgi yoktur. Eğer bu konumu yeterince bilmez iseniz o halde Süleyman aleyhisselamın, Kur’an’da anlatılan, icraatlarını yanlış yorumlamaya veya mufassallaştırmaya başlarsınız.
İşte Süleyman-Rüzgâr ilişkisi de kadim kaynak müellifleri tarafından böyle bir konumda değerlendirilmiştir. Şimdi Süleyman’ın emrine tahsis edilen dolayısıyla bereketli topraklara, bir aylık hızlarla, yumuşak ve hızlı akan rüzgârı neye göre mufassallaştıracaksınız.
Alın size bir örnek: “Süleyman’a da şiddetli esen rüzgârı musahhar kıldık. Rüzgâr onun emriyle mübarek kıldığımız yere “Şam ilkesine” doğru eserdi. Ve Biz, her şeyi bilenleriz. ”Hz. Süleyman’ın ahşaptan bir halısı vardı. Ülke işlerinden ihtiyaç duyulan her şey; atlar, develer, çadırlar ve askerler onun üzerine konulur, sonra rüzgâra onu taşımasını emrederdi de, rüzgâr o halının altına girer, yüklenir, yükseltir ve onu götürürdü. Kuşlar onu gölgeleyip arzuladığı yere ulaşıncaya kadar sıcaktan korurdu.”15
Hadi çözün bakalım bu ünlü müfessirin anlattıklarını! “..Şam ülkesi..” nere? “…ahşaptan bir halısı…”nın olduğunu kim bildirmiş?
Tefsirlerde yer alan; “…Ülke işlerinden ihtiyaç duyulan her şey; atlar, develer, çadırlar ve askerler onun üzerine konulur…” ifadesi ile Kur’an’ın şu ayeti; “Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu. Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.”16 ne kadar tezattır? Biri orduları havada uçururken(!) Kur’an ise yerde yürüyen orduların ezmesi ihtimali olan karıncadan bahsetmektedir.
Bütün bu tezatlar, Kur’an kıssaları ile ilgili yazılarımızda sürekli vurguladığımız; kadim tefsir ve siyer kaynaklarında Kur’an kıssalarının mufassallaştırılmasındaki metodoloji yanlışlığının sonucudur. Kur’an kısaslarının anlaşılması/mufassallaştırılmasında sahih/doğru bir metod oturtturamayan müfessirler tamamen gayri Kur’an’i bir tavır “gabya taş atan” bir konumla meseleleri açıklamaya çalışarak yanlış bir mufassallaştırma işlemi uygulamışlardır.
Kaldığımız yerden devam edelim. Tevrat’ın çizdiği sınırlar içerisinde hâkimiyet süren Hz. Süleyman’ın yönettiği tebasının Süleyman’ın yönetimine olan memnuniyeti Tevrat’ta şöyle ifade edilmektedir: “Yahuda ve İsrail halkı kıyılardaki kum kadar kalabalıktı. Herkes yiyip içip sevinç içinde yaşıyordu.”17
Peki, şimdi soralım Süleyman’ın hâkimiyeti altındaki bu tebaanın memnuniyeti nasıl sağlanıyordu? Bunun cevabını doğru verebilirsek Süleyman ve kıssasını doğru anlamış ve her çağdaki Kur’an muhatapları bundan dersler ve doğru mesajlar çıkarmış olacaklardır. Bu aynı zamanda Kur’an kıssalarının doğru mufassallaştırılmasının verdiği olumluluğu göstermiş olacaktır. Yani ne kadar doğru, sahih bir mufassallaştırma yaparsak Kur’an perspektifinde alacağımız dersler o kadar artacaktır. Bu olumlu dersler şimdi üzerinde durduğumuz Süleyman-Rüzgâr kıssası içinde geçerlidir.
 Tevrat, Hz. Süleyman’ın hâkim olduğu coğrafyanın çeşitli iktisadi ihtiyaçlarını nasıl karşıladığı hakkında şu bilgileri vermektedir: “Ofir'e giden bu gemiciler, Kral Süleyman'a dört yüz yirmi talant altın getirdiler.”18 “Kralın, Hiram'ın adamlarının yönetiminde ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi.”19“Hiram'ın gemilerinin yanı sıra, kralın da denizde ticaret gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik Maymunlar ve tavus kuşlarıyla yüklü olarak dönerlerdi.”20
Bu anlatımlara göre Hz. Süleyman’a ait gemiler vardır ve bu gemiler; gemi ticareti ile ünlü Sur kralı Hiram’ın usta gemicilerinin denetiminde, Hz. Süleyman’ın tebaasından çalışanlar tarafından işletilmektedir. Süleyman(a.s)’ın gemileri hakkında Mevdudi şöyle der. “Yani, "Hz. Süleyman'ın ticarî gemi filosu, emriyle duruma göre yumuşak bir şekilde akıp gider."”21 M. İslamoğlu; “Hz. Süleyman’ın efsanevi devletine tüm dünyanın zenginliklerini taşıyan unsur gemi filolarıydı”22yorumunu yapmaktadır.
Kur’an’ın, Süleyman-Rüzgâr ilişkisinin maddi boyutunu Tevrat’tan detaylandıralım; “Kral Süleyman Edomlular'ın ülkesinde, Kızıldeniz kıyısında Eylat23 yakınlarındaki Esyon-Gever'de gemiler yaptırdı.”24 Tevrat’a göre Hz. Süleyman Sur kralı Hiram ile anlaşarak Kızıldeniz’in Akabe körfezi kıyılarından Eylat ve Esyon-Gever’de Limanlar oluşturmuştur. Sur kralı Hiram’ın sahip olduğu gemilere kendi tebaasından gemiciler koyarak ticari seferler düzenlemiştir. Bakınız bu tarihsel olgu Tevrat’ta nasıl anlatılmaktadır: “Hiram ona denizi bilen gemiciler ve kendi görevlileri aracılığıyla gemiler gönderdi.”25
Hz. Süleyman’ın bu iktisadi eylemi sonucu Tevrat’ta Ofir26 adı verilen ancak tam coğrafyası bilinmeyen bölge/bölgelerden çeşitli ihtiyaç maddeleri ticareti yapıldığı anlaşılmaktadır. “Bu arada Hiram'ın gemileri Ofir'den altın ve büyük miktarda almug kerestesiyle değerli taşlar getirdiler.”27
Hz. Süleyman gemiciliği sadece Kızıldeniz ve hinterlandında değil Akdeniz’de de gerçekleştirmiştir. “Hiram'ın gemilerinin yanı sıra, kralın da denizde Tarşiş28 gemileri vardı. Bu gemiler üç yılda bir altın, gümüş, fildişi ve değişik maymunlarla yüklü olarak dönerlerdi.”29
O dönemin gemiciliğinin tamamen rüzgar enerjisine dayalı olarak yapıldığı göz önüne alındığında Hz. Süleyman’ın ihtiyaç duyduğu şey ne olabilir sizce?...  Hemen cevap buldunuz değil mi? Hz. Süleyman’a lazım olan rüzgâr’dır. Bu rüzgâr normal olarak kullanıldığında da belki belli bir ihtiyacı karşılayacaktır. Ancak Kur’an’da; "Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen Rüzgârı Süleyman 'in buyruğu altına verdik."30 ayetinde açıklanan Süleyman’ın emrinde olan müthiş süratli veya devamlı esen “Mucize” Rüzgâr’la Hz. Süleyman, istediği beldelere istediği süratle ticaret yapabilmiş böylece iktisaden hızlı bir kalkınma sağlamış bu sayede halkını memnun edebilmiştir.
Tevrat’taki gemi, Liman, Hiram, gemiciler, gemi ticareti açıklamalarının yani bu gemicilik üzerine olan detaylı anlatımların, Kur’an tarafından tasdiki veya bütün bunları içerisine alan icazatlı açıklaması nedir?
Bize göre; Kur’an’ın, Tevrat verilerini de içerisine alan icazatlı açıklaması, Rüzgârlar eksenli ve Allah’ın desteğini izhar eden beyanlardır. Kur’an’daki sadece üç ayet bile Tevrat’taki tüm bu geniş tarihsel açıklamaları da kapsamı içerisine alan müthiş bir anlatım güzelliğini göstermektedir.
Yani Kur’an, tarihsel bir gerçeği, Tevrat’taki tarif ve tasvirlerle aynen değil daha dinamik ve tevhidi anlamda kapsayıcı belagat, fesahat ve icazat dolu dinamik mücmel ayetler ile beyan etmektedir. Binaenaleyh Kur’an rüzgâr ve rüzgâra dayalı tasvir ve tarifler yaparken kullandığı belagat, fesahat ve icazat dolu mücmel ifadeler aynı zamanda bu işin gemiler, gemicilik, üstün bir donanma tekniği vb şeylerle yapıldığını da içermektedir.
İşte bu içeriğin tarihsel anlamda mufassalalaştırılması, Kur’an öncesi inen kitaplardaki muhteva ile yapılması gereklidir. Böylece yapılan uygulama Kur’an perspektifinden bakıldığında Kur’an’ın bu kitapları tasdik, bu mezkûr kitap sahipleri olan resulleri tasdik ve aynı zamanda aynı tevhidi çizginin yani kesintisiz vahyin tasdiki anlamına gelmektedir.
Şimdi Kur’an’daki şu ayeti okuyalım bakalım. Süleyman-Rüzgâr ilişkisi ve Rüzgârın mucizevîliği sayesinde Hz. Süleyman’ın hâkimiyetindeki ülke kalkınması ve Hz. Süleyman’ın ünü nasıl gerçekleşmiştir? “Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi. Bunun üzerine biz rüzgârı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı.”31
Şimdi daha iyi müşahede ediverdiniz mi, Süleyman’ın gemi ticareti ile sağladığı zenginliği ve bunun asıl müsebbibinin Cenabı Hakk olduğunu? Bu Tevhidi mesaj ancak bu kadar belagat, fesahat ve icazat dolu mücmellikle verilebilirdi değil mi? O halde Kur’an muhatabı olanlar her çağda şu dersleri Süleyman-Rüzgâr kıssasından alabilir mi?
Önce Allah’tan iste!.. sonra bunun maddi gereğini en güzel şekilde yerine getir!... Sonra yine Allah’a tevekkül et, dayan!... Bütün bunlar Allah rızası temelli olsun. Heva ve heves için değil!... Derslere bakın derslere!...  Mesajlara bakın mesajlara!...  Şu kısacık kıssa ayeti/ayetleri ne dersler ne mesajlar içeriyor değil mi? Kıssalara lakaydî yaklaşıma32 bir daha esef etmeyelim mi?
Kaldığımız yerden devam edelim Mehmed Vehbi efendinin, Süleyman(a.s)’ın emrindeki Rüzgâr ile ilgili tefsirinden; “…Süleyman aleyhisselam bununla balon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir….." bölümünü rütuşlarsak! Tarihsel anlamda ve Kur’an perspektifinde daha yerinde ve oturaklı daha olumlu mesaj ve dersler veren bir tefsir olmaz mı?  "Süleyman aleyhisselama müsahhar kılınan bir rıyhi (rüzgâr) mahsus idi... Yani Süleyman aleyhisselam isterse bütün âlemin rüzgârını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf edebilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi… Süleyman aleyhisselam bununla balon gibi mi yoksa teyyare gibi mi giderdi orasını Allah bilir...”33
İşte verdiğimiz, Hülasat’ül Beyan tefsiri sahibi örneğinde olduğu gibi diğer müfessirlerde de benzeri metodu uygulasak veya bu müfessirlerin Kur’an kısaslarını mufassallaştırmada sahih bir metodoloji ortaya koymuş olsalardı, Süleyman kıssası ile ilgili üzerinde mütalaa ettiğimiz sorunlar oluşmazdı kanaatindeyiz.
Hal böyle olunca her çağdaki Müslümanların işlerinin gereğini yaparak, sonucu ve desteği Allah’a bırakmalı mesajını almak çok kolay değil mi? Hadi size on sekiz yıl öce yazdığımız “Süleyman peygamberi anlamak” başlıklı yazımızın sonuç bölümünü yeniden sunalım: “Allah'ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendirerek toplumun refahını artırmak? Diğer toplumların önüne geçmek... Hz. Süleyman'ın gemiler inşa edip, rüzgârlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üstünlüğü sayesinde gelecek tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. İyi değerlendirilen yeraltı ve yerüstü servetleri ve iyi yapılan ticaret sayesinde ekonomik olarak hem kavmini refaha ulaştırmak ve hem de diğer kavimlere egemenlik sağlamak mümkün olabilir. İslam bunu yaparken insanlara adalet ve refah götürür. Fakat günümüzde ise aynı imkânlara sahip müşrik, emperyalist Batı ülkeleri kendi refah ve zenginliklerini, diğer milletlerin sömürülmesine, aç kalmasına, yokluk ve sefalet içinde kalmasına dayandırmaktalar.”34
Sonuç:
Bu yazımızı okuyup, diğer Kur’an kıssalarıyla ilgili yazılarımızda olduğu gibi bize çeşitli yafta ve karalamalar yapacak/yapmaya çalışacaklar için çağdaş! Müfessirlerimizden, biri olan Mevdudi’den; Hz. Süleyman-Rüzgâr ilişkisine dair tefsirinden alıntı yaparak şimdiden bu yolla nazik ve ilmi bir cevap vermiş olalım. “O halde Rüzgâr Süleyman'ın (a.s) emrindeydi ve o, bir aylık uzağa deniz seferleri düzenleyebiliyordu. Çünkü Rüzgâr onun gemileri için istediği yönde esiyordu. Kitab-ı Mukaddes'de Süleyman'ın (a.s) büyük bir deniz ticareti geliştirdiğini kaydeder. (I.Krallar,10:22) Bir taraftan onun ticaret gemileri Kızıldeniz boyunca Ezion-Geber'den Yemen'e ve diğer doğu ve güney ülkelerine gidip geliyor, diğer taraftan Tarsis adı verilen donanması Akdeniz'de batı ülkelerine seyahat ediyordu. Edon'da Akabedeki maden ocaklarından çıkarılan bakır ve demirleri eritmek ve işlemek için Ezion-Geber'de onun kurduğu fırın, bugün yapılan arkeolojik araştırmalar tarafından da doğrulanmaktadır. Bu eritilmiş demir ve bakır, başka faydalarının yanı sıra gemi yapımında da kullanılıyordu. Kur'an bu konuya şöyle değinmektedir: "Erimiş bakır madenini ona (Süleyman'a) sel gibi akıttık." (Sebe: 12)”35
Kur’an perspektifinden bakıldığında tam ve sahih bir metodoloji örneği veren Mevdudi, anlaşılacağı gibi; Tevrat, Arkeoloji, coğrafi tüm bilgi birikimi ve vasıtaları ile Kur’an’ın Süleyman kıssasını, “İsrailiyat”a ve indî mütalaalara yer ve ödün vermeden mufassallaştırmakta/tefsir etmektedir. Allah kendisinden razı olsun. Amin.

Dipnotlar:
1- Tevrat/I.Krallar11/3-6.
2- Kur’an/5Maide48.
3- Kur’an/27Neml/76.
4- Kur’an/16Nahl/64.
5- Cengiz Duman, Süleyman-Rüzgâr İlişkisinin İslam Tefsirlerindeki Yansımaları, http://www.haksozhaber.net/suleyman-ruzgar-iliskisinin-islam-tefsirlerindeki-yansimalari-21680yy.htm
6- Kur’an/58Sebe/12.
7- Kur’an/21Enbiya/81.
8- Kur’an/38Sad/36.
9- Kur’an/2Bakara/4.
10- Kur’an/3Ali İmran/3.
11- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.III, s. 323, İstanbul–1996.
12- Kur’an/27Neml/34.
13- Tevrat/I.Krallar4/21,24.
14- Tevrat/I.Krallar4/7.
15- İbni Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. III, s.1479.
16- Kur’an/27Neml/17-18.
17- Tevrat/I.Krallar4/20.
18- Tevrat/I.Krallar9/28.
19- Tevrat/II.Tarihler9/21.
20- Tevrat/I.Krallar10/22.
21- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.V, s. 77, İstanbul–1996. 
22- Hayat Kitabı Kur’an, Mustafa İslamoğlu, s.631.
23- “Akaba körfezi kıyısında birbirine yakın iki yerleşim merkezi. Elat "büyük ağaçlar" anlamında, Etsyon-geber "güçlü olanın bel kemiği" anlamındadır. « Bkz: http://incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html
24- Tevrat/I.Krallar4/26.
25- Tevrat/II.Tarihler8/18.
26- "Ofir'den altın getiren Hiram'ın gemileri de, Ofir'den pekçok sandal ağaçları ve değerli taşlar getirdiler.. Çünkü Hiram'ın gemileriyle beraber kralın (Süleyman'ın) denizde Tarşiş gemileri vardı; Tarşiş gemleri üç yılda bir kere altın, gümüş, fil dişi, maymunlar ve tavus kuşları ile yüklü olarak gelirlerdi" (1.Krallar 10:11,22). Ofir altınıyla ün kazanmış bir yerdi (Eyub 22:24). Sam'ın soyundan Eber'in oğlu Peleg İbrahim'in atasıydı. Eber'in diğer bir oğlu olan Yoktan'ın oğulları arasında Şeba, Ofir ve Havilah vardı Tekvin 10:25-29). "Bunların oturdukları yer Meşa'dan Sefar'e giderken doğu dağıdır" (Tekvin 10:30). Ofir adlı kişi Ofir adlı yere adını vermişse Ofir'in Yemen'deki Saba ile Havila arasındaydı. Oysa oraya üç yılda bir gidip gelme vakti çok uzun sayılabildiğinden ve maymunların Arabistan'da bulunmadığından bazı uzmanlar Ofir'in Afrika'nın doğusundaki Somaliya ya da Hindistan'da bir yer olduğunu öne sürmüşlerdir. Eski Antlaşma'nın Eski Yunanca çevrisi Ofir sözcüğünü Hindistan olarak yorumlamıştır. Bombay'ın kuzeyinde 100 kilometre uzaklığında bulunan Supara'nın Ofir olduğu öne sürülmüştür. » Bkz : http://incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html
27- Tevrat/I.Krallar10/11.
28- “Yahudi tarihçi Yosefus Nuh oğlu Yafet oğlu Yavan'ın oğlu Tarşiş'in Tarsus adlı kentle ilgili olduğunu bildirir (Tekvin 10:2-5). Yavan'ın Yunan'la ilgili olduğu sanılır. Buna göre Tarsus kenti Yunan kolonisi olarak kurulmuş olabilirdi. Tarsus'un Eski Antlaşma'daki Tarşiş'le ilgisi olup olmadığı kesinlik kazanmamıştır (….)Tarşiş'in tek yer mi olduğu yoksa bazı uzmanların öne sürdüğü gibi maden filizi eritme fırını anlamındaki bir sözcüktü ve maden ticaretiyle uğraşan çeşitli limanlar için mi kullanıldığı kesin olarak saptanamamıştır. Uzak olduğu için maden ticaretinde ün kazanan İspanya'nın eski Tartessus kenti olduğu sanılmıştır. Tarşiş adı Sardinya adasında bulunan Finikeliler'in bir yazıtında görülür. » Bkz : Bkz : http://incilbg.com/bilgi/yeradlari_lat.html
29- Tevrat/I.Krallar10/22.
30- Kur’an/58Sebe/12.
31- Kur’an/38Sad/35-36.
32- Cengiz Duman, Kur’an Kıssalarına Lakayd Bir Bakış; 'Biraz da Kur’an Okuyalım', http://www.haksozhaber.net/kuran-kissalarina-lakayd-bir-bakis-biraz-da-kuran-okuyalim-21078yy.htm
33- Mehmed Vehbi, Hülasatü'l-Beyan, Cilt. XI-XII, s. 241.
34- Cengiz Duman, Süleyman Peygamberi Anlamak -2, Haksöz dergisi, sayı-29, Ağustos-1993;  http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=450
35- Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.III, s. 323, İstanbul–1996.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder